teselsül eden illetlerin ve sebeplerin münasebetlerini ak-
lıyla keşfedip sanat-ı İlâhiyeyi ve muntazam hikmetli ica-
dat-ı rabbaniyenin taklidini sanatçığıyla yapmak; ve
ef’al-i İlâhiyeyi anlamak için ve sanat-ı İlâhiyeyi bilmek
ve cüz’î ilmiyle ve sanatlarıyla anlamak için, bir mizan,
bir mikyas, kendi cüz’î ihtiyarıyla işlediği maddelerle Hâ-
lık-ı zülcelâl’in küllî, muhit ef’al ve sıfatlarını bilerek, kâ-
inatın en eşref, en ekrem mahlûku beşer olduğunu ispat
ediyor.
Hem, İslâmiyet’in kâinata ve beşere ait hakikatlerinin
şahadetiyle, en efdal, en yüksek olan, en eşref ve en âlâ-
sı, ehl-i hak ve hakikat olan ehl-i İslâmiyet; hem istikra-i
tamme ile, tarihlerin şahadetiyle en mükerrem beşer
içindeki en müşerref olan ehl-i hakkın içinde dahi, bin
mu’cizatı ve çok yüksek ahlâkının ve İslâmiyet ve kur’ân
hakikatlerinin şahadetiyle, en efdal, en yüksek olan, Mu-
hammed Aleyhissalâtü Vesselâmdır.
Madem bu yarı bürhanın üç hakikati böyle haber veri-
yor; acaba hiç mümkün müdür ki, nev-i beşer, şekave-
tiyle bu kadar fenlerin şahadetini cerh edip, bu istikra-i
tammeyi kırıp, meşiet-i İlâhiyeye ve kâinatı içine alan
hikmet-i ezeliyeye karşı temerrüt edip, şimdiye kadar ek-
seriyetle yaptığı gibi, o zalimâne vahşetinde ve mütemer-
ridâne küfründe ve dehşetli tahribatında devam edebil-
sin? Ve İslâmiyet aleyhinde bu hâlin devam etmesi hiç
mümkün müdür?
Ben bütün kuvvetimle, hadsiz lisanım olsa, o hadsiz li-
sanlarla kasem ederim ki; âlemi bu nizam-ı ekmel ile, bu
ahlâk:
iyi ve güzel davranışların
bütünü.
ait:
ilişkin.
âlâ:
yüce.
âlem:
dünya, cihan; bütün yaratıl-
mışlar.
aleyhinde:
karşıt, zıddına.
aleyhissalâtü vesselâm:
Salât ve
selâm onun üzerine olsun.
beşer:
insan, insanlık.
bürhan:
do€ru ön hükümler ile
yapılan kıyas.
cerh etmek:
çürütmek, iptal et-
mek.
cüz’î:
pek az; kıymetsiz, önemsiz.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
ef’al:
fiiller, işler, ameller.
ef’al-i ‹lâhiye:
Allah’ın zatına has
fiilleri, işleri.
efdal:
en üstün.
ehl-i hak:
hak ehli, iman, ‹slâmiyet
ve hak yolunda olan.
ehl-i hak ve hakikat:
hak ehli,
iman, ‹slâmiyet ve hak yolunda
olan.
ehl-i ‹slâmiyet:
Müslümanlar.
ekrem:
daha (en, pek) kerîm; çok
şeref sahibi.
ekseriyetle:
çoklukla, ço€unlukla.
eşref:
en şerefli, en iyi, en güzel.
fen:
ispatla meydana gelmiş ilim-
lere verilen genel ad.
hadsiz:
sınırsız.
Hâlık-ı Zülcelâl:
sonsuz büyüklük
ve haşmet sahibi yoktan var edici
olan Allah.
hikmet:
yüksek bilgi.
hikmet-i ezeliye:
Cenab-ı Hakkın
sonsuz, nihayetsiz ezelî hikmeti, il-
mi.
icadat-ı rabbaniye:
Cenab-ı Hak-
kın Rab ismiyle alâkalı icatları, ya-
ratmaları.
ihtiyar:
seçme, tercih, irade.
illet:
sebep, bir şeyi gerektiren du-
rum.
ispat etmek:
do€ruyu delillerle
göstermek; sa€lamlaştırmak.
istikra-i tamme:
umumî araştır-
malar neticesinde verilen karar.
kasem etmek:
yemin, and, ahdet-
mek.
keşfetmek:
gizli bir şeyi bulup
meydana çıkarmak.
küfür:
inkâr, Allah’ın varlı€ına, bir-
li€ine inanmama.
küllî:
umumî, bütün.
lisan:
dil.
madem:
de€il mi ki.
mahlûk:
halk edilmiş, yaratılmış,
yaratık.
meşiet-i ‹lâhiye:
Cenab-ı Hakka
ait, Onun bilgisi, arzusu, iste€i ve
iradesi altında olan; Allah’ın varlık-
lar üzerindeki iradesi.
mikyas:
ölçü aleti; nispet, de-
rece.
mizan:
ölçü; tartı; akıl, idrak,
muhakeme.
mu’cizat:
Allah tarafından ve-
rilip, yalnız peygamberlerin
gösterebilecekleri büyük hari-
ka işler.
muhit:
her tarafı kuşatan, sa-
ran.
muntazam:
düzenli ve düz-
gün bir biçimde.
mükerrem:
aziz, saygıde€er,
muhterem.
mümkin:
mümkün, olabilir.
münasebet:
uygunluk; ilgi,
alâka, yakınlık.
müşerref:
şereflendirilmiş, yü-
celtilmiş.
mütemerridâne:
dikbaşlılıkla,
dikkafalılıkla, inatlaşarak.
nev-i beşer:
insanlık.
nizam-ı ekmel:
en kusursuz,
en mükemmel düzen, sistem,
kanun.
sanat-ı ‹lâhiye:
‹lâhî sanat; Ce-
nab-ı Hakkın sanat ile yarat-
ması.
sıfat:
keyfiyet, nitelik, vasıf.
şahadet:
açık belirti, açık alâ-
met, işaret; şahit olma, şahit-
lik, tanıklık.
şekavet:
zillet içerisinde ol-
mak, sıkıntıda kalmak.
tahribat:
tahripler, yıkıp boz-
malar.
taklit:
benzer.
temerrüt:
hakkı kabulde di-
renme, inatçılık.
teselsül etmek:
art arda gel-
mek, birbirini takip etmek.
vahşet:
yabanîlik, vahşîlik.
zalimâne:
zalim olana yakışır
şekilde, zalimce.
H
uTBe
-
i
Ş
amiYe
| 340 |
Eski said dönEmi EsErlEri