Çünkü, âlem-i İslâm’ın şahs-ı manevîsinin kalbinde, ga-
yet kuvvetli ve kırılmaz “Beş kuvvet” içtima ve imtizaç
edip yerleşmiş.
(HaşİYe)
Birincisi
: Bütün kemalâtın üstadı ve üç yüz yetmiş
milyon nefisleri birtek nefis hükmüne getirebilen ve ha-
kikî bir medeniyetle ve müspet ve doğru fenlerle teçhiz
edilmiş olan, ve hiçbir kuvvet onu kıramayacak bir ma-
hiyette bulunan hakikat-i İslâmiyet’tir.
İkinci Kuvvet
: Medeniyet ve sanatın hakikî üstadı,
ve vesilelerin ve mebadilerin tekemmülüyle cihazlanmış
olan şedit bir ihtiyaç; ve belimizi kıran tam bir fakr, öyle
bir kuvvettir ki; susmaz ve kırılmaz.
ruhî; fikrî, hissî.
mebadi:
temel prensipler, ilk un-
surlar.
medar:
sebep, vesile.
medeniyet:
ilim, teknik, sanayi ve
ticaretin nimetlerinden gerçek an-
lamda yararlanarak, bolluk, gü-
venlik ve rahatlık içinde yaşayış.
mu’cizat:
Allah tarafından verilip,
yalnız peygamberlerin gösterebi-
lecekleri büyük harika işler.
mu’cizat-ı enbiya:
peygamberle-
rin mu’cizeleri.
mu’cize:
Allah tarafından verilip,
yalnız peygamberlerin gösterebi-
lecekleri büyük harika iş.
müspet:
menfi olmayan, pozitif,
olumlu.
nazire:
bir şeye benzetilerek yapı-
lan şey, benzeri.
nefis:
can.
numune:
örnek, benzer.
şahs-ı manevî:
tüzel kişilik, belli
bir kişi olmayıp bir cemaatten
meydana gelen manevî şahıs.
sair:
di€er.
sanat:
bir şeyi yapmada gösterilen
ustalık, ustalık, hüner, marifet.
şark:
güneşin do€du€u yön, do€u.
şedit:
şiddetli.
sefine:
gemi, vapur.
sevk etmek:
göndermek; yolla-
mak, ulaştırmak.
suret:
resim, tasvir; foto€raf; şekil.
taklit yapmak:
benzetmeye çalış-
mak.
teçhiz edilmek:
cihazlanmak, lü-
zumlu şeyleri tamamlanmak, do-
natılmak, hazırlanmak.
tedavi:
iyileştirme.
tekemmül:
olgunlaşma, mükem-
melleşme.
terakki:
ilim, sanat ve teknik gibi
alanlarda ilerleme.
terakkiyat:
ilerlemeler, gelişme-
ler.
teşvik etmek:
isteklendirmek,
şevke getirmek.
üstad-ı küll:
her çeşit ilimde, her
hususta çok ileri olma, rehber ol-
ma, herkesin üstadı.
üstadiyet:
üstat olma durumu.
üstat:
muallim, ö€retmen.
vesile:
yol, vasıta.
vücuda gelmek:
meydana gel-
mek, ortaya çıkmak.
zikretmek:
anlatmak, saymak.
âb-ı hayat:
hayat suyu.
âlem-i ‹slâm:
‹slâm âlemi, ‹s-
lâm dünyası.
aleyhisselâm:
selâm ona ol-
sun.
asa:
de€nek, sopa.
beşer:
insan, insanlık.
cihazlanmak:
donanmak.
cihet:
yön.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
enbiya:
nebîler, peygamber-
ler.
fakr:
fakirlik, yoksulluk, muh-
taçlık.
fehmetmek:
anlamak, kavra-
mak, sonuç çıkarmak.
fen:
ispatla meydana gelmiş
ilimlere verilen genel ad.
garp:
güneşin battı€ı yön, batı.
hakikat-i ‹slâmiyet:
‹slâmiye-
tin aslı, esası, gerçe€i.
haşiye:
dipnot.
hükmüne:
de€erine; yerine.
içtima etmek:
toplanmak; bir
araya gelmek.
imtizaç etmek:
uyuşmak,
ba€daşmak; kaynaşmak.
‹sa:
zenginleştirme, zenginleş-
tirilme; genişletme.
işarat:
işaretler, alâmetler, be-
lirtiler.
ispat etmek:
do€ruyu deliller-
le göstermek.
istifade etmek:
faydalanmak,
yararlanmak.
istikbal:
gelecek, gelecek za-
man.
kemalât:
olgunluklar, mü-
kemmellikler.
kıyasen:
benzeterek, karşılaş-
tırarak; kaideyi tatbik ederek.
maddî:
para, mal vb. şeylerle
ilgili.
mahiyet:
özellik, nitelik.
manevî:
ruha ve içe ait olan,
HaşİYe:
evet, kur’ân’ın üstadiyetinden ve dersinin işaratından
fehmediyoruz ki: kur’ân, mu’cizat-ı enbiyayı zikretmesiyle; beşeri,
istikbalde o mu’cizatın nazirelerini terakki ile vücuda geleceğine beşere
ders verip teşvik ediyor:
“Haydi çalış, bu mu’cizatın numunelerini göster. süleyman Aley-
hisselâm gibi iki aylık yolu bir günde git! İsâ Aleyhisselâm gibi en dehşetli
hastalığın tedavisine çalış! Hz. Mûsa’nın asası gibi taştan âb-ı hayatı
çıkar, beşeri susuzluktan kurtar! İbrahim Aleyhisselâm gibi ateş seni
yakmayacak maddeleri bul, giy! Bazı enbiyalar gibi Şark ve garpta en
uzak sesleri işit, suretleri gör! davud Aleyhisselâm gibi demiri hamur
gibi yumuşat, beşerin bütün sanatına medar olmak için demiri bal mumu
gibi yap! Yusuf Aleyhisselâm ve nuh Aleyhisselâmın birer mu’cizesi olan
saat ve gemiden nasıl çok istifade ediyorsunuz; öyle de, sair enbiyanın
size ders verdiği mu’cizelerden dahi o saat ve sefine gibi istifade ediniz,
taklitlerini yapınız.”
İşte buna kıyasen, kur’ân, her cihetle beşeri, maddî manevî terakkiyata
sevk etmek için ders veriyor, üstad-ı küll olduğunu ispat ediyor.
Eski said dönEmi EsErlEri
| 335 |
H
uTBe
-
i
Ş
amiYe