tâ, doğru ders almış mı, almamış mı, babasının irşadını
veya tasvibini bekler. evet, bizler size nispeten çocuk
hükmündeyiz ve talebeleriniziz. sizler bizim ve İslâm mil-
letlerinin üstatlarısınız. İşte ben de aldığım dersimin bir
kısmını sizler gibi üstatlarımıza şöyle beyan ediyorum:
Ben bu zaman ve zeminde, beşerin hayat-ı içtimaiye
medresesinde ders aldım ve bildim ki: ecnebiler, Avru-
palılar terakkide istikbale uçmalarıyla beraber, bizi mad-
dî cihette kurun-i Vustada durduran ve tevkif eden altı
tane hastalıktır. o hastalıklar da bunlardır:
Birincisi
: Ye’sin, ümitsizliğin içimizde hayat bulup di-
rilmesi.
ikincisi
: sıdkın hayat-ı içtimaiye-i siyasiyede ölmesi.
üçüncüsü
: Adavete muhabbet.
dördüncüsü
: ehl-i imanı birbirine bağlayan nuranî
rabıtaları bilmemek.
Beşincisi
: Çeşit çeşit sari hastalıklar gibi intişar eden
istibdat.
Altıncısı
: Menfaat-i şahsiyesine himmeti hasretmek.
Bu altı dehşetli hastalığın ilâcını da, bir tıp fakültesi
hükmünde hayat-ı içtimaiyemize, eczahane-i kur’âniye-
den ders aldığım “Altı kelime” ile beyan ediyorum. Mu-
alecenin esasları onları biliyorum.
üniversite.
menfaat-i şahsiye:
kişisel çıkar.
mualece:
ilâç, ilâç yapma, ilâç kul-
lanma; hastaya ilâç verme.
muhabbet:
sevgi, sevme, dostluk.
nispeten:
nispet olarak, nispetle,
kıyaslayarak.
nuranî:
nurlu, ışıklı, parlak, mü-
nevver; mübarek.
rabıta:
ba€; münasebet, ilgi, alâka.
sari:
sirayet eden, bulaşan, bulaşı-
cı.
sıdk:
do€ruluk; samimîlik, do€ru
sözlülük.
tâ:
kadar, dek, de€in
talebe:
ö€renci.
tasvip:
uygun bulma, uygun say-
ma.
terakki:
ilim, sanat ve teknik gibi
alanlarda ilerleme, daha yüksek
bir seviyeye gelme.
tevkif etmek:
durdurmak, durdu-
rulmak; alıkoymak.
üstat:
bir ilim veya sanatta üstün
olan kimse; ö€retici.
üstat:
bir ilim veya sanatta üstün
olan kimse; ö€retici.
yeis:
ümitsizlik; ümitsizlikten
meydana gelen üzüntü ve karam-
sarlık.
zemin:
yer.
adavet:
düşmanlık, husumet;
hınç, kin.
beşer:
insan, insanlık, âde-
mo€lu.
beyan etmek:
anlatmak, açık
söylemek, bildirmek.
cihet:
yön.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
ders:
ibret; akıl.
ecnebi:
yabancı; başka millet-
ten olan; başka ülke.
eczahane-i kur’âniye:
Kur’
ân’a ait eczahanesi, maddî ve
manevî dertlerin devası olan
Kur’ân-ı Kerîm.
ehl-i iman:
inananlar, iman
sahipleri, ‹slâm dinini kabul
edenler.
esas:
asıl, temel; bir işin aslî
usul ve kaideleri.
hasretmek:
yalnız bir şeye ait
kılmak, yalnız bir şeye kullan-
mak.
hayat-ı içtimaiye:
toplum ha-
yatı.
hayat-ı içtimaiye-i siyasiye:
siyasî ve politik hayat.
himmet:
gayret, çalışma, ça-
balama.
hükmünde:
yerinde, de€erin-
de.
intişar etmek:
yayılmak, da-
€ılmak, üremek; umumîleş-
mek, genelleşmek.
irşat:
do€ru yola yöneltme.
istibdat:
baskı, baskıcı yöne-
tim; hiç bir nizama ve kanuna
ba€lı olmadan yönetme, keyfî
idare.
istikbal:
gelecek, gelecek za-
man.
kurun-i Vusta:
Orta Ça€.
maddî:
maddeye ait, madde
ile alâkalı, cismanî.
medrese:
yüksek mektep,
Eski said dönEmi EsErlEri
| 325 |
H
uTBe
-
i
Ş
amiYe