vahşetli, dehşetli âlemi öyle ışıklandırdılar ki, o hâlette
benim imanlı gözüme küre-i arz gayet muntazam, mu-
sahhar, mükemmel, hoş, emniyetli, herkesin erzakı için-
de bir seyahat gemisi; ve tenezzüh ve keyif ve ticaret
müheyya edilmiş ve zîruhları güneşin etrafında, memle-
ket-i rabbaniyede gezdirmek ve yaz ve bahar ve güzün
mahsulâtını rızık isteyenlere getirmek için bir gemi, bir
tayyare, bir şimendifer hükmünde gördüm, küre-i arzın
zerratı adedince
(1)
p
¿
Én
Á/
’r
G p
án
ªr
©p
f '
¤ n
Y ! o
ór
ªn
ër
dn
G
dedim.
İşte buna kıyasen, risale-i nur’da pek çok muvaze-
nelerle, ehl-i sefahat ve dalâlet, dünyada dahi bir mane-
vî Cehennem içinde azap çekerler; ve ehl-i iman ve sa-
lâhat, dünyada dahi bir manevî cennet içinde, İslâmiyet
ve insaniyet midesiyle ve imanın tecelliyatıyla ve cilve-
leriyle, manevî cennet lezzetleri tadabilir, belki derece-i
imanlarına göre istifade edebilirler. Fakat, bu fırtınalı za-
manın hissi iptal eden ve beşerin nazarını afaka dağıtan
ve boğan cereyanlar, iptal-i his nev’inden bir sersemlik
vermiş ki, ehl-i dalâlet manevî azabını muvakkaten tam
hissedemiyor; ehl-i hidayete dahi gaflet basıyor, hakikî
lezzetini takdir edemiyor.
BU ASIRDA İKİNCİ DEHŞETLİ HÂL
eski zamanda küfr-i mutlak ve fenden gelen dalâletler
ve küfr-i inadîden gelen temerrüt, bu zamana nispeten
pek azdı. onun için, eski İslâm muhakkiklerinin dersleri,
hüccetleri o zamanlarda tam kâfi olurdu, küfr-i meşkûkü
de.
insaniyet:
insanlık.
iptal etmek:
hükümsüz bırakmak,
bozmak.
iptal-i his:
hislerin iptali, ortadan
kaldırılması, köreltilmesi.
ispat etmek:
delil ve şahit göste-
rerek do€ruyu ortaya koymak,
do€ruyu delillerle göstermek.
istifade etmek:
faydalanmak, ya-
rarlanmak, yarar sa€lamak.
keyif:
hoşlanma, memnunluk.
kıyasen:
mukayese ederek, karşı-
laştırarak.
küfr-i inadî:
inada dayalı küfür,
inattan kaynaklanan inkâr.
küfr-i meşkûk:
şüpheli küfür,
"Acaba yanlış mı düşünüyorum,
yoksa Allah var mı?" diye şüpheye
düşme.
küfr-i mutlak:
kesin ve tam bir in-
kâr.
küre-i arz:
yer küre.
mahsulât:
meydana gelen, elde
edilen şeyler.
manevî:
ruha ve içe ait olan, ruhî.
memleket-i rabbaniye:
kâinat;
Allah Rab isminin tecellilerine
mazhar olan varlık âlemi.
muhakkik:
tahkik eden, gerçe€i
araştıran; araştırmacı.
müheyya:
hazır, hazırlanmış,
amade.
mükemmel:
noksansız, tam, ek-
siksiz; sa€lam; güzel, âlâ, harika.
muntazam:
düzenli ve düzgün.
musahhar:
boyun e€en, uyan.
muvakkaten:
geçici olarak.
muvazene:
ölçü, kıyas.
nazar:
bakma, bakış, fikir.
nevi:
türlü, çeşit.
nimet:
iyilik, lütuf, ihsan, ba€ış.
nispeten:
oranla, nispet olarak,
nispetle, kıyaslayarak.
rızık:
hayatı devam ettirmeye ye-
tecek miktarda yiyecek.
salâhat:
dindarlıkta çok ileri olma
hâli, günahsız ve temiz oluş.
şimendifer:
demir yolunda çalışan
vasıta, tren.
takdir etmek:
kıymet vermek;
be€endi€ini belirtmek; bir şeyin
de€erini, kıymetini, lüzumunu an-
lamak.
tayyare:
uçak.
tecelliyat:
yansımalar.
temerrüt:
inat etme, inatçılık.
tenezzüh:
gezinti, e€lenmek ama-
cıyla yapılan gezinti.
ticaret:
mal alım satımı sonucu el-
de edilen kazanç, kâr.
vahşetli:
yabanî.
zerrat:
zerreler, çok ufak parçalar,
moleküller, atomlar.
zîruh:
ruh sahibi, ruhlu, canlı, ha-
yattar.
afak:
önemsiz ve boş şeyler.
âlem:
dünya, cihan.
asır:
yüz yıllık zaman dilimi.
azap:
eziyet, işkence; sıkıntı.
belki:
hatta.
beşer:
insan, insanlık.
cereyan:
fikir ve sanat akımı.
cilve:
yansıma, görünme.
dalâlet:
iman ve ‹slâmiyetten
ayrılma, azma; sapkınlık.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
derece-i iman:
imanın dere-
cesi.
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli; yol-
dan çıkanlar, azgın ve sapkın
kimseler.
ehl-i hidayet:
hidayette ve
do€ru yolda olanlar, hidayete
erişmiş kimseler.
ehl-i iman:
inananlar, iman
edenler.
ehl-i sefahat ve dalâlet:
iman
ve ‹slâmiyetten ayrılan, Al-
lah’ın emirlerinden ayrılarak
nefsin emirlerine uyanlar.
emniyetli:
güvenilir.
erzak:
yiyecek ve içecekler.
fen:
ispatla meydana gelmiş
ilimlere verilen genel ad.
gaflet basmak:
gaflet içinde
bulunmak.
gayet:
son derece.
güz:
sonbahar.
hâl:
durum, vaziyet.
hâlet:
durum, vaziyet.
hamd:
teşekkür, şükran.
his:
duygu.
hüccet:
delil, bürhan, kanıt.
hükmünde:
yerinde, de€erin-
Eski said dönEmi EsErlEri
| 321 |
H
uTBe
-
i
Ş
amiYe
1.
İman nimetinden dolayı Allah’a hamd olsun.