Gayet mühim bir suale verilen çok ehemmi-
yetli bir cevabı burada yazmaya münasebet
geldi. Çünkü, kırk sene evvel, Eski Said o
dersinde, bir hiss-i kablelvuku ile, Risale-i
Nur’un harika derslerini ve tesiratını gör-
müş gibi bahsediyor. Onun için o sual ve ce-
vabı yazacağız. Şöyle ki:
Çoklar tarafından hem bana, hem bazı nur kardeşle-
rime sual etmişler ve ediyorlar ki:
“neden bu kadar muarızlara karşı ve muannit feyle-
soflara ve ehl-i dalâlete mukabil risale-i nur mağlûp ol-
muyor? Milyonlar kıymettar hakikî kütüb-i imaniye ve İs-
lâmiyenin intişarlarına bir derece set çekmekle ve sefa-
hat ve hayat-ı dünyeviyenin lezzetleriyle çok bîçare genç-
leri ve insanları hakaik-ı imaniyeden mahrum bırakıyor-
lar. Hâlbuki en şiddetli hücum ve en gaddarâne muame-
le ve en ziyade yalanlarla ve aleyhinde yapılan propa-
gandalarla risale-i nur’u kırmak, insanları ondan ürküt-
mek ve vazgeçirmeye çalıştıkları hâlde, hiçbir eserde gö-
rülmediği bir tarzda risale-i nur’un intişarı, hatta çoğu el
yazması ve altı yüz bin nüsha risalelerinden kemal-i işti-
yakla perde altında intişar etmesi ve dâhil ve hariçte ke-
mal-i iştiyakla kendini okutturmasının hikmeti nedir? se-
bebi nedir?” diye bu mealde çok suallere karşı “
elcevap
”
deriz ki:
kur’ân-ı Hakîm’in sırr-ı i’cazıyla, hakikî bir tefsiri olan
risale-i nur, bu dünyada bir manevî Cehennemi dalâlet-
te gösterdiği gibi, imanda dahi bu dünyada manevî bir
cennet bulunduğunu ispat ediyor. Ve günahların ve
aleyh:
karşı, karşıt.
bahsetmek:
bir konu hakkında
söz söylemek, konuşmak.
bîçare:
çaresiz, zavallı, şaşkın.
dâhil:
içeri, iç; içinde.
dalâlet:
iman ve ‹slâmiyetten
uzak oluş; inançsızlık.
derece:
basamak, artma veya
yükselme basama€ı; mertebe, ka-
deme; de€er, miktar; ölçü aletle-
rinde miktar belirten işaretlerden
her biri; memurluk, rütbe sırası.
ehemmiyetli:
önemli, de€erli.
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli; yoldan
çıkanlar, azgın ve sapkın kimseler.
elcevap:
cevap olarak.
evvel:
önce.
filozof:
felsefe ile u€raşan.
gaddarâne:
zalimce, merhamet-
sizce, haincesine.
gayet:
çok; son derece.
günah:
Allah’ın emirlerine aykırı
davranış, uygunsuz fiil, dinî suç.
hakaik-ı imaniye:
iman hakikat-
leri, imanın güzellikleri.
hakikî:
gerçek.
hâlbuki:
oysa ki.
hâlde:
durumda.
hariç:
dış, dışarı.
harika:
ola€anüstü vasıflar taşıyan
ve hayranlık hissi uyandıran.
hayat-ı dünyeviye:
dünya hayatı.
hikmet:
herkesin bilmedi€i gizli
sebep; gizli, bilinmeyen nokta.
hiss-i kablelvuku:
bir şeyi vuku-
undan önce hissetme, bir hâdise-
nin gerçekleşmesinden önce kal-
be do€ması.
intişar etmek:
yayılmak, da€ıl-
mak, neşrolunmak.
intişar:
yayılma, da€ılma, neşro-
lunma.
ispat etmek:
do€ruyu delillerle
göstermek.
kemal-i iştiyakla:
tam bir özlem,
hasret ve istekle.
kıymettar:
kıymetli, de€erli.
kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve sure-
sinde sayısız hikmet ve faydalar
bulunan Kur’ân.
kütüb-i imaniye ve ‹slâmiye:
imanî ve ‹slâmî meseleleri anlatan
kitaplar.
ma€lûp:
yenilmiş, kendisine galip
gelinmiş.
mahrum:
sahip olamayan,
yoksun.
manevî:
ruha ve içe ait olan,
ruhî; fikrî, hissî.
meal:
anlam, mana.
muamele:
davranma, davra-
nış.
muannit:
inatçı, ayak direyen.
muarız:
muhalefet eden, karşı
çıkan, muhalif.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
mukabil:
karşılık; karşılı€ında.
münasebet:
uygunluk; ilgi,
alâka;; vesile.
nur Talebesi:
Risale-i Nur ta-
lebesi.
nüsha:
birbirinin aynı olan ya-
zılı metinlerden her biri.
perde:
kapı, pencere gibi yer-
lere görüşü, ışı€ı engellemek
için asılan örtü..
propaganda:
bir düşünceyi,
başkalarına
benimsetmek
amacını güden ve çeşitli vası-
talarla yapılan faaliyet.
risale:
belli bir konuda yazıl-
mış küçük kitap.
sefahat:
yasak şeylere, zevk
ve e€lenceye aşırı derecede
düşkünlük.
set çekmek:
kapamak, tıka-
mak, engel olmak.
sırr-ı i’caz:
mu’cizeli€in sırrı.
sual:
soru.
sual etmek:
sormak, soruştur-
mak.
tarz:
biçim, şekil, suret; usul,
yol; üslûp.
tefsir:
Kur’ân’ın mana bakı-
mından izahı, Kur’ân’ın şerhi,
yorumu.
tesirat:
etkiler, tesirler.
ziyade:
çok, fazla.
H
uTBe
-
i
Ş
amiYe
| 316 |
Eski said dönEmi EsErlEri