“eğer meşrutiyet İttihatçıların istibdadından ibaret ise
veya hilâf-ı şeriat hareket ise, bütün dünya şahit olsun ki
ben mürteciyim.”
Salisen
: üstadımız o zamanda bir hiss-i kablelvuku
nev’inde şimdiki âlem-i İslâm’ın ecnebi istibdadından
kurtulması ve bir cemahir-i müttefika-i İslâmiye tarzında
tezahüre başlamasını tasavvur etmiş, ümit etmiş, hisset-
miş ve bütün kuvvetiyle bağırmış, hürriyet-i şer’iyeyi tak-
dir etmiş. o zamanki hutbelerinde demiş ki: “Hürriyet
terbiye-i İslâmiye olmazsa, ölecek; bir istibdad-ı mutlak,
yerine çıkacak.”
Rabian
: üstadımızdan hem işitmiş, hem hâlinden an-
lamışız ki, ecnebilerin şiddetli desise ve kuvvetlerine kar-
şı gösterdiği sebat ve kanaat; hususan âlem-i İslâm’ın
kısm-ı azamının halifesi olmak; hem, bîçare, Vilâyat-ı
Şarkiyenin bedevî aşairini Hamidiye Alayları ile en yük-
sek bir derece-i askeriye ve medeniyeye onları sevk et-
mesi, Hamidiye Camiinde her Cuma günü bulunması,
şeair-i İslâmiyeye elden geldiği kadar müraat etmesi, dai-
ma Yıldız dairesinde manevî üstadı kabul ettiği bir şeyhi
var olduğu gibi, çok hasenatı için, üstadımız, bütün ha-
yatında onun padişahlar içinde bir nevi velî hükmüne
geçtiğini kanaat etmişti.
o zaman üstadımız said nursî’nin
hizmetinde bulunan
muhsin-ziya
(1953, Fatih / İstanbul)
* * *
âlem-i islâm:
İslâm âlemi, İslâm
dünyası.
aşair:
aşiretler, kabileler.
bedevî:
göçebe; çölde yaşayan.
bîçare:
çaresiz.
cemahir-i müttefika-i islâmiye:
Müslüman cumhuriyetlerinden
oluşan birlik.
daima:
sürekli.
daire:
oturulan mekân.
derece-i askeriye ve medeniye:
medeniyet ve askerlik seviyesi.
desise:
hile, oyun, aldatmaca.
ecnebi:
yabancı.
halife:
Müslümanların halifesi.
Hamidiye alayları:
II. Abdülhamid
tarafından doğuda kurulan askeri
birlikler.
hareket:
yaşama, davranma.
hasenatı:
iyi ameller, iyi işler, ha-
yırlar.
hilâf-i şeriat:
İslâmiyet’e karşı.
hiss-i kablelvuku:
bir şeyi olma-
dan önce hissetmek; önsezi.
hissetmek:
sezmek.
hizmet:
bir uğurda bir işin yapıl-
ması için çalışma.
hususan:
özellikle.
hutbe:
topluluğa yapılan konuş-
ma.
hükmüne:
yerine.
hürriyet-i şer’iye:
İslâmiyet’in ön-
gördüğü hürriyet.
hürriyet:
1908 de II. Meşrutiyetin
ilânı ile birlikte gerçekleşen yeni
sistemin halk arasındaki adı.
ibaret:
meydana gelen, oluşan,
müteşekkil.
istibdad-ı mutlak:
tam bir zulüm,
baskı.
istibdat:
kanuna ve nizama tâbi
olmayan, keyfî, baskıcı yönetim;
zulüm ve tahakküm.
ittihatçı:
İttihat ve Terakki ce-
miyeti mensubu.
kanaat etmek:
inanmak
kanaat:
bulunanı yeterli gör-
mek.
kısm-ı azamı:
büyük çoğun-
luk.
manevî:
maddî olmayan, ma-
na ile ilgili.
medeniyet:
medenîlik, uygar-
lık.
meşrutiyet:
bir hükümdarın
başkanlığı altındaki millet
meclisi ile idare edilen devlet
sistemi.
müraat etmek:
uymak, saygı
göstermek.
mürteci:
geri dönen, irtica
eden; gerilik, geriye dönme ta-
raftarı.
nevi:
çeşit, tür.
rabian:
dördüncü olarak.
salisen:
üçüncü olarak.
sebat:
kararlı olma, kararın-
dan vazgeçmeme, azimlilik.
sevk etmek:
önüne katıp sür-
mek, yöneltmek.
şahit:
şahitlik yapan.
şeair-i islâmiye:
İslâmî işaret-
ler.
şeyh:
tarikat önderi.
takdir etmek:
beğenmek.
tarz:
şekil.
tasavvur etmek:
tasarlamak.
terbiye-i islâmiye:
İslâmî ter-
biye.
tezahür:
görünme, belirme,
ortaya çıkma.
üstat:
muallim, usta.
velî:
Allah’ın sevgisine, hima-
yesine kavuşmuş, ermiş kim-
seler, Allah dostu, evliya.
Vilâyat-ı Şarkiye:
Doğu İlleri.
Yıldız:
Yıldız Sarayı
m
ünazaraT
| 308 |
Eski said dönEmi EsErlEri