İşte, risale-i nur’daki ekser muvazeneler, küfür ve da-
lâletin dünyadaki elîm ve ürkütücü neticelerini göster-
mekle, en muannit ve nefisperest insanları dahi o men-
hus, gayrimeşru lezzetlerden ve sefahatlerden bir nefret
verip, aklı başında olanları tövbeye sevk eder.
o muvazenelerden Altıncı, Yedinci, sekizinci sözler-
deki küçük muvazeneler ve otuz İkinci sözün üçüncü
Mevkıfındaki uzun muvazene, en sefih ve dalâlette giden
adamı da ürkütüyor, dersini kabul ettiriyor.
Meselâ, Ayet-i nur’da seyahat-i hayaliye ile hakikat
olarak gördüğüm vaziyetleri gayet kısaca işaret edeceğiz.
tafsilini isteyen,
Sikke-i Gaybiye’
nin ahirindeki 246’dan
248’inci sahifeye kadar baksın. ezcümle, o seyahat-i ha-
yaliyede, rızka muhtaç hayvanat âlemini gördüğüm va-
kit, maddî felsefe ile baktım; hadsiz ihtiyacat ve şiddetli
açlıklarıyla beraber zaaf ve aczleri, o zîhayat âlemini ba-
na çok acıklı ve elîm gösterdi. ehl-i dalâlet ve gafletin gö-
züyle baktığımdan, feryat eyledim. Birden hikmet-i
kur’âniye ve imanın dürbünüyle gördüm ki,
Rahman
is-
mi
Rezzak
burcunda parlak bir güneş gibi tulû etti; o aç,
bîçare zîhayat âlemini rahmet ışığıyla yaldızladı.
sonra hayvanat âlemi içinde, yavruların zaaf ve acz ve
ihtiyaç içinde çırpındıkları hazin, elîm ve herkesi rikkat
ve acımaya getirecek bir karanlık içinde diğer bir âlemi
gördüm. ehl-i dalâletin nazarıyla baktığıma “eyvah!” de-
dim. Birden iman bana bir gözlük verdi. gördüm ki,
Rahîm
ismi şefkat burcunda tulû etti. o kadar güzel ve
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
ahir:
en son, en sondaki.
âlem:
dünya; varlık sınıflarından
her biri.
ayet-i nur:
Nur ayeti; Nur Suresi
35. ayet.
bîçare:
çaresiz, zavallı, şaşkın.
burç:
Güneş sisteminde yer alan
on iki takım yıldızın her biri.
dalâlet:
iman ve ‹slâmiyetten ay-
rılmak, azmak.
ehl-i dalâlet ve gaflet:
yoldan çı-
kanlar ve Allah’ın emirlerine ilgisiz
olanlar.
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli; yoldan
çıkanlar, azgın ve sapkın kimseler.
ekser:
en çok, daha ziyade.
elîm:
çok dert ve keder veren, acı
verici, acıklı.
ezcümle:
bu cümleden olarak.
feryat etmek:
yardım istemek
için yüksek sesle ba€ırmak, ça€ır-
mak.
gayet:
son derce.
gayrimeşru:
meşru olmayan, dine
aykırı.
hadsiz:
sınırsız.
hayvanat:
hayvanlar.
hazin:
hüzünlendirici.
hikmet-i kur’âniye:
Kur’ân’ın ga-
yesi, hikmeti.
ihtiyaç:
muhtaç oluş.
ihtiyacat:
ihtiyaçlar, lüzumlu olan
şeyler.
küfür:
Allah’ın varlı€ına, birli€ine
inanmama, Ona yakışmayacak sı-
fatlar yükleme.
maddî felsefe:
olaylara madde
yönüyle bakan maddeci dünya
görüşü.
maddî:
maddeye ait, madde ile il-
gili.
menhus:
u€ursuz, kötü, meş’um.
mevkıf:
durak.
muannit:
inatçı, ayak direyen.
muhtaç:
ihtiyaçlı, ihtiyacı olan.
muvazene:
ölçü, kıyas, mukaye-
se, karşılaştırma.
nazar:
bakma, bakış, fikir.
nefisperest:
Cenab-ı Hakkın emir
ve yasaklarına uymayıp, nefsinin
istekleri do€rultusunda hareket
eden kişi.
nefret vermek:
ürkütüp kaçır-
mak; bir şeyden veya kimseden
i€rendirmek, tiksindirmek, ikrah
ettirmek.
netice:
sonuç; son, akıbet.
rahîm:
merhamet eden, çok mer-
hametli olan, esirgeyen, koruyan,
acıyan Allah.
rahman:
ister mü’min, ister kâfir;
ister iyi isterse kötü olsun; rahmeti
bütün herkese yayılan ve bütün
yaratılmışların rızıklarını ve geçim
şekillerini içine alan rahmetin
sahibi Allah;
rahmet:
Allah’ın kullarını esir-
gemesi, onlara acıyıp ba€ışla-
ması, onlara maddî ve manevî
nimetler vermesi.
rezzak:
bütün yaratılmışların
rızkını veren ve ihtiyaçlarını
karşılayan Allah.
rikkat:
merhamet, acıma, baş-
kalarının düştü€ü durumdan
dolayı müteessir olma.
rızık:
hayatı devam ettirmeye
yetecek miktarda yiyecek.
sefahat:
yasak şeylere, zevk
ve e€lenceye aşırı derecede
düşkünlük.
sefih:
faydayı ve zararı ayır-
detme yetene€inden mah-
rum, beyinsiz.
şefkat:
acıyarak ve esirgeye-
rek sevme, içten ve karşılıksız
merhamet, karşılık bekleme-
den yardım etme.
sevk etmek:
yönlendirmek;
göndermek.
seyahat-i hayaliye:
hayalen
yapılan gezi, seyahat.
sikke-i Gaybiye:
Risale-i Nur
külliyatından bir eser.
tafsil:
etraflıca bildirme, uzun
uzadıya anlatma, açıklama.
tövbe:
günah işlemekten ve
kötülük yapmaktan vazgeç-
me.
tulû etmek:
do€mak, do€uş;
görünmek, meydana çıkmak.
vakit:
zaman, an.
vaziyet:
durum, duruş; bir
kimse veya şeyin durumu.
yaldızlanmak:
yaldız ile süs-
lenmek.
zaaf:
zayıflık, kuvvetsizlik.
zîhayat:
canlı, hayat sahibi.
H
uTBe
-
i
Ş
amiYe
| 318 |
Eski said dönEmi EsErlEri