BirinCi kElimE:
el-emel
. Yani rahmet-i İlâhiyeye
kuvvetli ümit beslemek.
evet, ben kendi hesabıma aldığım dersime binaen, ey
İslâm cemaati, müjde veriyorum ki, şimdiki âlem-i İs-
lâm’ın saadet-i dünyeviyesi, bahusus osmanlıların saade-
ti ve bilhassa İslâm’ın terakkisi, onların intibahıyla olan
Arab’ın saadetinin fecr-i sadıkının emareleri inkişafa baş-
lıyor. Ve saadet güneşinin de çıkması yakınlaşmış.
Ye’sin burnunun rağmına olarak
(HaşİYe)
ben dünyaya işit-
tirecek derecede kanaat-i kat’iyemle derim:
İstikbal yalnız ve yalnız İslâmiyet’in olacak. Ve hâkim,
hakaik-ı kur’âniye ve imaniye olacak. öyle ise, şimdiki
kader-i İlâhî ve kısmetimize razı olmalıyız ki, bize parlak
bir istikbal, ecnebilere müşevveş bir mazi düşmüş. Bu da-
vama çok bürhanlardan ders almışım. Şimdi o bürhan-
lardan mukaddematlı bir buçuk bürhanı zikredeceğim. o
bürhanın mukaddematına başlıyoruz:
İşte, İslâmiyet’in hakaikı hem manen hem maddeten
terakki etmeye kabil ve mükemmel bir istidadı var.
Birinci Cihet
olan manen terakki ise:
Biliniz: Hakikî vukuatı kaydeden tarih, hakikate en
doğru şahittir. İşte tarih bize gösteriyor. Hatta rus’u
HaşİYe:
eski said, hiss-i kablelvuku ile 1371’de, başta Arab devletleri,
âlem-i İslâm’ın ecnebi esaretinden ve istibdadından kurtulup İslâmî dev-
letler teşkil edeceklerini kırk beş sene evvel haber vermiş. İki harb-i umu-
mî ve 30-40 sene istibdad-ı mutlakı düşünmemiş. Bin üç yüz yetmişte
olan vaziyeti bin üç yüz yirmi yedide olacak gibi müjde vermiş; tehirinin
sebebini nazara almamış.
âlem-i ‹slâm:
‹slâm âlemi, ‹slâm
dünyası.
bahusus:
hususiyetle, en çok, he-
le.
bilhassa:
her şeyden önce.
binaen:
-den dolayı, -den ötürü, -
için.
bürhan:
do€ru ön hükümler ile
yapılan kıyas.
cemaat:
Müslümanlar toplulu€u.
cihet:
yön.
dava:
takip edilen fikir, iddia.
ecnebi:
başka milletten olan; ya-
bancı; başka ülke.
el-emel:
ümit, umma; şiddetli ar-
zu, hırs.
emare:
alâmet, nişan, eser, ipucu,
belirti, karine.
esaret:
esirlik; hüküm altında bu-
lunma.
evvel:
önce.
fecr-i sadık:
do€ru şafak.
hakaik:
do€rular, gerçekler.
hakaik-ı kur’âniye ve imaniye:
iman ve Kur’ân’ın gerçekleri.
hakikat:
gerçek.
hakikî:
gerçek, do€ru.
hâkim:
hükmü geçen, hükmeden.
harb-i umumî:
dünya savaşı.
haşiye:
dipnot.
hesabıma:
adıma.
hiss-i kablelvuku:
bir olayı olma-
dan önce hissetme.
inkişaf:
açılma, ortaya çıkma, gö-
rülme.
intibah:
uyanıklık, hakikati görme.
‹slâmî:
‹slâm dinine mensup.
istibdad-ı mutlak:
koyu bir baskı
ve diktatörlük rejimi.
istibdat:
baskı, baskıcı yönetim.
istidat:
bir şeyin kabulüne ve ka-
zanılmasına olan fıtrî meyil; kabili-
yet, yetenek.
istikbal:
gelecek, gelecek zaman.
istikbal:
gelecek.
kabil:
kabul edici; uygun.
kader-i ‹lâhî:
‹lâhî kader, Allah’ın
kader kanunu.
kanaat-i kat’iye:
kesin kanaat,
varılan kesin düşünce.
kaydetmek:
yazmak, tespit et-
mek.
kısmet:
talih, nasip, kader.
maddeten:
maddî olarak; madde
ve cisim olarak.
manen:
duyguca, gönülce, yü-
rekçe, ruhça, manaca.
mazi:
geçmiş zaman.
müjde:
sevindirici haber, iyi
haber, muştu, beşaret.
mukaddemat:
başlangıç.
mukaddemat:
başlangıç.
mükemmel:
noksansız; sa€-
lam; güzel.
müşevveş:
belirsiz, karışık,
düzensiz, karmakarışık.
nazar:
itibar; dikkat.
ra€mına:
ona ra€men, inadı-
na, zıddına.
rahmet-i ‹lâhiye:
Allah’ın rah-
meti.
razı olmak:
rıza göstermek,
kabul etmek, boyun e€mek.
saadet:
mutluluk, bahtiyarlık,
mes’ut olma.
saadet-i dünyeviye:
dünya ile
ilgili saadet, dünya hayatında-
ki mutluluk, dünya saadeti.
şahit:
gördü€ü veya bildi€i şe-
yi söyleyen kimse, tanık.
tehir:
geciktirme, sonraya bı-
rakma, geriye bırakma, ertele-
me.
terakki etmek:
ilerlemek, ge-
lişmek.
terakki:
ilim, sanat ve teknik
gibi alanlarda ilerleme, daha
yüksek bir seviyeye gelme.
teşkil etmek:
şekillendirmek,
meydana getirmek.
vaziyet:
durum.
vukuat:
vuku bulan şeyler,
hâdiseler, olaylar.
yeis:
ümitsizlik; ümitsizlikten
meydana gelen üzüntü ve ka-
ramsarlık.
zikretmek:
bildirmek.
H
uTBe
-
i
Ş
amiYe
| 326 |
Eski said dönEmi EsErlEri