Eski Saîd Dönemi Eserleri - page 328

eğer biz ahlâk-ı İslâmiyenin ve hakaik-ı imaniyenin ke-
malâtını ef’alimizle izhar etsek, sair dinlerin tâbileri elbet-
te cemaatlerle İslâmiyet’e girecekler, belki küre-i arzın
bazı kıt’aları ve devletleri de İslâmiyet’e dehalet edecek-
ler.
Hem nev-i beşer, hususan medeniyet fenlerinin ikaza-
tıyla uyanmış, intibaha gelmiş, insaniyetin mahiyetini an-
lamış. elbette ve elbette dinsiz, başıboş yaşamazlar ve
olamazlar. en dinsizi de, dine iltica etmeye mecburdur.
Çünkü, acz-i beşerî ile beraber hadsiz musibetler ve onu
inciten haricî ve dâhilî düşmanlara karşı istinat noktası
ve fakrıyla beraber hadsiz ihtiyacata müptelâ ve ebede
kadar uzanmış arzularına medet ve yardım edecek istim-
dat noktası, yalnız ve yalnız sâni-i Âlem’i tanımak ve
iman etmek ve ahirete inanmak ve tasdik etmekten baş-
ka, uyanmış beşerin çaresi yok.
kalbin sadefinde din-i hakkın cevheri bulunmazsa, be-
şerin başında maddî manevî kıyametler kopacak ve hay-
vanatın en bedbahtı, en perişanı olacak.
Hâsıl-ı kelâm: Beşer, bu asırda harblerin ve fenlerin ve
dehşetli hâdiselerin ikazatıyla uyanmış ve insaniyetin
cevherini ve cami istidadını hissetmiş. Ve insan, acip
dinsizliğe karşı set olmak için kabul etmeleri; ve İngiliz’in mühim
hatiplerinin bir kısmı kur’ân’ı İngiliz’e kabul ettirmeye taraftar çıkmaları;
ve küre-i arzın şimdiki en büyük devleti Amerika’nın bütün kuvvetiyle din
hakikatlerine taraftar çıkması ve İslâmiyetle Asya ve Afrika’nın saadet ve
sükûnet ve musalâha bulacağına karar vermesi ve yeni doğan İslâm
devletlerini okşaması ve teşvik etmesi ve onlarla ittifaka çalışması, kırk
beş sene evvel olan bu müddeayı ispat ediyor; kuvvetli bir şahit olur.
acip:
tuhaf, hayret veren, hayrette
bırakan.
acz-i beşerî:
beşerin aczi, insana
ait zayıflık, güçsüzlük; insanın güç-
süzlü€ü.
ahiret:
dünya hayatından sonra
başlayıp ebediyen devam edecek
olan ikinci hayat.
ahlâk-i ‹slâmiye:
‹slâm ahlâkı.
asr:
yüzyıl, asır.
bedbaht:
bahtsız, tâli’siz; mutsuz,
üzüntülü, zavallı.
beşer:
insan, insanlık, âdemo€lu.
cami:
cem eden, toplayan, içine
alan.
cemaat:
topluluk, takım, bölük.
cevher:
esas, maya, öz.
dâhilî:
içeride olan.
dehalet etmek:
aman dilemek,
birinin himaye ve merhametine sı-
€ınmak.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
din-i hak:
hak din, ‹slâmiyet.
ebed:
sonu olmayan gelecek za-
man, sonsuzluk, daimîlik.
ef’al:
fiiller, işler, ameller.
elbette:
kesinlikle, mutlaka, şüp-
hesiz; eninde sonunda; her hâlde.
elbette:
kesinlikle.
evvel:
önce.
fakr:
fakirlik, ihtiyaç içerisinde
oluş.
fen:
ilim.
hâdise:
olay.
hadsiz:
sınırsız.
hakaik-ı imaniye:
imanın gerçek-
leri.
hakikat:
gerçek, esas.
haricî:
dışta olan.
harb:
savaş.
hâsıl-ı kelâm:
son söz.
hatip:
toplulu€a karşı güzel konu-
şan, hitap etme yetene€i olan.
hususan:
bilhassa, özellikle.
ihtiyacat:
ihtiyaçlar, lüzumlu olan
şeyler.
ikazat:
ikazlar, uyarmalar, tembih-
ler.
iltica etmek:
sı€ınmak, barınmak.
intibaha gelmek:
uyanmak, gaf-
letten kurtulmak.
ispat etmek:
do€ruyu delillerle
göstermek.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
istimdat:
merhamet ve yardım is-
teme, sı€ınma.
istinat noktası:
dayanak noktası.
ittifak:
fikir birli€i etme, uyuşma,
ba€daşma.
izhar etmek:
meydana çıkarmak;
göstermek, belirtmek.
kalbin sadefi:
kalbde mana ve
duyguların bulundu€u bölüm.
kemalât:
faziletler, iyilikler, mü-
kemmellikler.
kıyamet:
son derece büyük
yıkım.
küre-i arz:
arz küresi, yer yu-
varla€ı, dünya, yer küre.
maddî:
maddeye ait, madde
ile alâkalı.
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası,
hakikati, iç yüzü.
manevî:
ruha ve içe ait olan,
ruhî; fikrî, hissî.
mecbur:
zorunlu.
medeniyet:
medenîlik, şehirli-
lik, uygarlık; bolluk, güvenlik
ve rahatlık içinde yaşayış.
medet:
inayet, yardım, imdat.
müddea:
iddia olunan, iddia
edilen şey; tez, sav.
mühim:
önemli, önde gelen.
müptelâ:
düşkün; tutulmuş,
tutkun, ba€ımlı.
musalâha:
barışma, uzlaşma.
musibet:
felâket, belâ, dert, sı-
kıntı.
nev-i beşer:
insanlık, insan tü-
rü.
perişan:
acınacak hâlde bulu-
nan, derbeder.
saadet:
mutluluk, bahtiyarlık,
mes’ut olma.
şahit:
tanık.
sair:
di€er, başka, öteki.
sâni-i Âlem:
dünyayı sanatla
yaratan Allah.
set olmak:
kapamak, tıka-
mak, engel olmak.
sükûnet:
sakinlik, sessizlik.
tâbi:
boyun e€en, uyan, itaat
eden, ba€lanan.
tasdik etmek:
do€rulu€unu
kabul etmek, do€rulamak.
teşvik etmek:
şevke getirerek
isteklendirmek.
H
uTBe
-
i
Ş
amiYe
| 328 |
Eski said dönEmi EsErlEri
1...,318,319,320,321,322,323,324,325,326,327 329,330,331,332,333,334,335,336,337,338,...790
Powered by FlippingBook