Arabî Hutbe-i Şamiye Eserinin
Tercümesi
(1)
w
Bütün zîhayatlar hayatlarının lisan-ı hâlleriyle Hâlık’la-
rına takdim ettikleri manevî hediyelerini ve lisan-ı hâl ile
hamd ve şükürlerini, o zat-ı Vacibü’l-Vücud’a biz de tak-
dim ediyoruz ki, demiş:
(2)
$G p
án
ªr
Mn
Q r
øp
e Gƒo
£n
æ`r
?n
J n
’
. Yani:
“
Rahmet-i ilâhiyeden ümidinizi kesmeyiniz.
”
Hem hadsiz salât ve selâm ol peygamberimiz Muham-
med Mustafa Aleyhissalâtü Vesselâm üzerine olsun ki, de-
miş:
(3)
p
¥n
Ór
Nn
’r
G n
?p
QÉn
µ`n
e n
ºu
ªn
J o
’p
o
âr
Ä`p
L
. Yani: “
Benim insan-
lara Cenab-ı Hak tarafından bi’setim ve gelmemin ehem-
miyetli bir hikmeti, ahlâk-ı haseneyi ve güzel hasletleri
tekmil etmek ve beşeri ahlâksızlıktan kurtarmaktır.
”
Hamd ve salâttan sonra, ey bu Cami-i emevî’de bu
dersi dinleyen Arap kardeşlerim! Ben haddimin fevkin-
de, bu minbere ve bu makama irşadınız için çıkmadım.
Çünkü, size ders vermek haddimin fevkindedir. Belki içi-
nizde yüze yakın ulema bulunan cemaate karşı benim
misalim, medreseye giden bir çocuğun misalidir ki; o sa-
bî çocuk, sabahleyin medreseye gidip, okuyup, akşam
da babasına gelip, okuduğu dersini babasına arz eder.
ahlâk-i hasene:
güzel ahlâk, güzel
huy.
ahlâksızlık:
insanın kötü olarak
vasıflandırılmasına yol açan nite-
likleri.
aleyhissalâtü vesselâm:
“Salât ve
selâm onun üzerine olsun,” anla-
mında Peygamberimiz Hz. Mu-
hammed’in (a.s.m.) ismini duyun-
ca söylenmesi sünnet olan dua.
arabî:
Arap kavmine mensup;
Arapçaya ait, Arap dili ile ilgili.
arz etmek:
bir büyü€e sunmak,
göstermek.
beşer:
insan, insanlık, âdemo€lu.
bi’set:
gönderme, gönderilme; Al-
lah’ın peygamber göndermesi.
Cami-i Emevî:
Şam’daki Emeviye
Camii.
cemaat:
topluluk, bir yere toplan-
mış insanlar.
Cenab-ı Hak:
Allah; do€ru, gerçek,
Hakkın tâ kendisi olan, şeref ve
azamet sahibi yüce Allah.
ders:
ö€üt, nasihat.
ehemmiyetli:
önemli.
fevkinde:
üzerinde.
had:
sınır; yetki; yeterlilik.
hadsiz:
hudutsuz, sınırsız.
Hâlık:
her şeyi yaratan Allah.
hamd:
şükrü de içine alan özel bir
övgü biçimi.
haslet:
özellik, mizaç, tabiat, mezi-
yet.
hikmet:
kâinattaki ve yaratılıştaki
‹lâhî gaye.
irşat:
do€ru yolu gösterme, do€ru
yola yöneltme.
lisan-ı hâl:
hâl dili, bir şeyin duru-
şu ve görünüşü ile bir mana ifade
etmesi.
makam:
mevki; manevî mevki.
manevî:
maddî olmayan, manaya
ait.
medrese:
ders okutulan yer.
minber:
camide hatibin hutbe
okudu€u merdivenli kürsü.
misal:
bir şeyin benzer hâli, ben-
zer, örnek.
mustafa:
güzide, seçkin, seçilmiş;
Hz. Peygamberin (a.s.m.) mübarek
isimlerinden biri.
rahîm:
merhamet eden, çok mer-
hametli olan, esirgeyen, koruyan,
acıyan Allah.
rahman:
bütün yaratılmışla-
rın rızıklarını ve geçim şekille-
rini içine alan rahmetin sahibi
Allah.
rahmet-i ‹lâhiye:
Allah’ın rah-
meti.
sabî:
‹slâm dinince yükümlü
sayılmayan erkek çocuk.
salât:
Hz. Muhammed’e, Asha-
bına, ailesine Allah’ın rahmet
ve ma€firetini, meleklerin is-
ti€farını ve mü’minlerin duala-
rını dileme.
selâm:
Allah’ın rızasını kazan-
mak için mü’minlerin birbirine
etti€i selâmünaleyküm şeklin-
deki dua.
takdim etmek:
arz etmek,
sunmak.
tekmil etmek:
tamamlamak;
kemale erdirmek, mükem-
melleştirmek.
tercüme:
bir dilden başka bir
dile çevrilmiş, çeviri.
ulema:
âlimler, bilginler, ilim
sahipleri.
Zat-ı Vacibü’l-Vücud:
varlı€ı
mutlaka gerekli olan zat, Ce-
nab-ı Allah.
zîhayat:
hayat sahibi.
H
uTBe
-
i
Ş
amiYe
| 324 |
Eski said dönEmi EsErlEri
1.
Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.
2.
Zümer Suresi: 53.
3.
Keşfü’l-Hafâ, 1:289, hadis no: 916; Müsned, 2:381; Beyhakî, Sünenü’l-Kübra, 10:192.