Üçüncü Kuvvet
: Yüksek şeylere müsabaka suretin-
de beşere yüksek maksatları ders veren ve o yolda çalış-
tıran; ve istibdadatı parça parça eden ve ulvî hisleri he-
yecana getiren ve gıpta ve haset ve kıskançlık ve reka-
betle ve tam uyanmakla ve müsabaka şevkiyle ve teced-
düt meyliyle ve temeddün meyelânıyla teçhiz edilen
“üçüncü kuvvet,” yalnız hürriyet-i şer’iyedir. Yani, insa-
niyete lâyık en yüksek kemalâta olan meyil ve arzu ile ci-
hazlanmış olmak.
Dördüncü Kuvvet
: Şefkatle cihazlanmış şehamet-i
imaniyedir. Yani, tezellül etmemek, haksızlara zalimlere
zillet göstermemek, mazlumları da zelil etmemek. Yani,
hürriyet-i şer’iyenin esasları olan, müstebitlere dalkavuk-
luk etmemek ve bîçarelere tahakküm ve tekebbür etme-
mektir.
Beşinci Kuvvet
: İzzet-i İslâmiyedir ki, i’lâ-i kelime-
tullahı ilân ediyor. Ve bu zamanda i’lâ-i kelimetullah,
maddeten terakkiye mütevakkıf ve medeniyet-i hakikiye-
ye girmekle i’lâ-i kelimetullah edilebilir. İzzet-i İslâmiye-
nin iman ile kat’î verdiği emri, elbette âlem-i İslâm’ın
şahs-ı manevîsi o kat’î emri istikbalde tam yerine getire-
ceğine şüphe edilmez.
evet, nasıl ki eski zamanda İslâmiyet’in terakkisi, düş-
manın taassubunu parçalamak ve inadını kırmak ve te-
cavüzatını defetmek, silâhla, kılıçla olmuş; istikbalde, si-
lâh, kılıç yerine hakikî medeniyet ve maddî terakki ve
hak ve hakkaniyetin manevî kılıçları düşmanları mağlûp
edip dağıtacak.
âlem-i ‹slâm:
‹slâm âlemi, ‹slâm
dünyası.
arzu:
istek, heves.
beşer:
insan, insanlık, âdemo€lu.
bîçare:
çaresiz, zavallı, şaşkın.
cihazlanmak:
donanmak.
dalkavuk:
kendisine çıkar ve ya-
rar sa€layacak olan kimselere aşırı
saygı ve hayranlık göstererek ya-
ranmak isteyen kimse.
defetmek:
savmak, uzaklaştır-
mak, kovmak.
esas:
asıl, temel.
gıpta:
imrenme.
hak:
do€ru, gerçek, hakikat.
hakikî:
gerçek.
hakkaniyet:
hak ve adalete uy-
gunluk; hakka riayet etme, do€ru-
luk, insaflı hareket.
haset:
çekememezlik.
his:
duygu.
hürriyet-i şer’iye:
‹slâmî ilkelerle
belirlenmiş özgürlük.
i’lâ-i kelimetullah:
‹slâmlı€ı yü-
celtme, ‹slâm hakikatlerini yay-
maya çalışma.
ilân etmek:
yaymak, duyurmak,
bildirmek.
insaniyet:
insanlık.
istibdat:
baskı, baskıcı yönetim;
hak ve hukuku tanımama, keyfî
uygulama, zulüm ve tahakküm.
istikbal:
gelecek, gelecek zaman.
izzet-i ‹slâmiye:
‹slâm'ın gerektir-
di€i haysiyet, şeref, yücelik.
kat’î:
şüpheye ve tereddüde ma-
hal bırakmayan, kesin, şüphesiz.
kemalât:
olgunluklar, mükem-
mellikler.
maddeten:
maddî olarak; fiilen.
maddî:
madde ile alâkalı; para,
mal vb. şeylerle ilgili.
ma€lûp etmek:
yenmek, üstün
gelmek.
maksat:
amaç, niyet, meram.
manevî:
manaya ait; ruha ve içe
ait olan,; fikrî, hissî.
mazlum:
zulüm görmüş, zulme
u€ramış.
medeniyet:
ilim, teknik, sanayi ve
ticaretin nimetlerinden gerçek an-
lamda yararlanarak, bolluk, gü-
venlik ve rahatlık içinde yaşayış.
medeniyet-i hakikiye:
gerçek,
hakikî medeniyet.
meyelân:
meyletme; ilgi; taraftar-
lık.
meyil:
yönelme; istek.
müsabaka:
yarış, yarışma.
müstebit:
istibdatta bulunan,
hükmü altında bulunanlara söz
hakkı ve hareket serbestli€i ver-
meyen.
mütevakkıf:
bir şeye ba€lı olan,
ancak onunla olabilen.
rekabet:
aynı amacı güden
kimseler arasındaki çekişme.
şahs-ı manevî:
belli bir kişi ol-
mayıp bir cemaatten meyda-
na gelen manevî şahıs.
şefkat:
içten ve karşılıksız
merhamet, karşılık bekleme-
den yardım etme.
şehamet-i imaniye:
imandan
gelen yi€itlik, imanın kazandır-
dı€ı akla ve zekâya dayanan
cesaret.
şevk:
şiddetli arzu, aşırı istek
ve heves.
suret:
şekil.
taassup:
kendi din ve milliye-
tini çok üstün tutarak başka
din ve milliyetten olanlara kin,
nefret ve düşmanlık göster-
me.
tahakküm etmek:
zorbalık
etmek, zorla hükmetmek.
tam:
eksiksiz, noksansız.
tecavüzat:
saldırılar, tecavüz-
ler.
teceddüt:
yenileşme, yenilik.
teçhiz etmek:
lüzumlu şeyleri
tamamlamak, donatmak, ha-
zırlamak.
tekebbür etmek:
kibirlen-
mek, kendini büyük saymak.
temeddün:
medenîleşme,
medenî olma.
terakki:
ilerleme, gelişme.
tezellül:
zillete katlanma, aşa-
€ılanma; kendini hor ve hakir
gösterme; alçalma, küçülme.
ulvî:
yüksek, yüce; semavî;
manevî, ruhanî.
zalim:
zulmeden, haksızlık
eden.
zelil:
hakir, aşa€ılanmış.
zillet:
alçalma, küçülme, düş-
me.
H
uTBe
-
i
Ş
amiYe
| 336 |
Eski said dönEmi EsErlEri