Ve kizb vasıtasıyla Müseylime-i kezzab’ın emsali, es-
fel-i safilîne sukut etmiş. Ve kizb, o zamanda küfriyat ve
hurafatın anahtarı olduğunu o inkılâb-ı azîm gösterdiğin-
den, kâinat çarşısında en fena, en pis bir mal olup, o
malı satın almak değil, herkes nefret etmesi hükmüne
geçen kizb ve yalana, elbette o inkılâb-ı azîmin saff-ı ev-
veli olan ve fıtratlarında en revaçlı ve medar-ı iftihar şey-
leri almak ve en kıymetli ve revaçlı mallara müşteri ol-
mak fıtratında bulunan sahabeler, elbette, şüphesiz, bi-
lerek ellerini yalana uzatmazlar, kizb ile kendilerini mü-
levves etmezler, Müseylime-i kezzab’a kendilerini benze-
temezler. Belki, bütün kuvvetleriyle ve meyl-i fıtrîleriyle,
en revaçlı mal ve en kıymettar meta ve hakikatlerin
anahtarı Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın âlâyıilliy-
yine çıkmasının basamağı olan sıdk ve doğruluğa müşte-
ri olup, mümkün olduğu kadar sıdktan ayrılmamaya ça-
lıştıklarından, ilm-i hadisçe ve ulema-i şeriat içinde bir
kaide-i mukarrere olan, “sahabeler, daima doğru söyler-
ler. onlardaki rivayet, tezkiyeye muhtaç değil. peygam-
berden (aleyhissalâtü vesselâm) rivayet ettikleri hadisler,
bütün sahihtir” diye, ehl-i şeriat ve ehl-i hadisin ittifakına
kat’î hüccet bu mezkûr hakikattir.
İşte, Asr-ı saadetteki inkılâb-ı azîm, sıdk ile kizb, iman
ile küfür kadar birbirinden uzak iken, zaman geçtikçe
gele gele birbirine yakınlaştı. Ve siyaset propagandası
bazen yalana ziyade revaç verdi. Fenalık ve yalancılık bir
derece meydan aldı. İşte bu hakikat içindir ki, sahabele-
re kimse yetişemez. Yirmi Yedinci sözün zeyli olan
lunmuş bir Yemameli.
nefret etmek:
ürküp kaçmak;
bir şeyden i€renmek, tiksin-
mek.
propaganda:
bir inanç, düşün-
ce, doktrin v.b.ni başkalarına
tanıtmak, benimsetmek ama-
cını güden ve çeşitli vasıtalarla
yapılan faaliyet.
revaç:
ra€bet; kıymet, de€er.
revaçlı:
tercih edilen, ra€bet
edilen.
rivayet:
bir haber, söz veya
olayı nakletme.
rivayet etmek:
bir haber, söz
veya olayı nakletmek.
saff-ı evvel:
en öncekiler, ön-
dekiler.
sahabe:
Peygamberimiz Hz.
Muhammed’in mübarek yü-
zünü görmekle şereflenen ve
onun sohbetlerine katılan
mü’min kimse.
sahih:
Peygamberimize ait ol-
du€u şüphe götürmeyen ha-
dis.
sıdk:
do€ruluk, gerçeklik, haki-
kat, samimîlik.
siyaset:
devlet işlerini düzen-
leme ve yürütme sanatıyla il-
gili görüş veya anlayış; politi-
ka.
sukut etmek:
alçalmak, düş-
mek.
tezkiye:
bir olay hakkında şa-
hitlik eden kimsenin, şahitli€e
ehil olup olmadı€ının soruştu-
rularak tespit edilmesi.
ulema-i şeriat:
şeriat bilen
âlimleri.
vasıta:
aracı.
zeyil:
ek, ilâve.
ziyade:
çok, fazla.
H
uTBe
-
i
Ş
amiYe
| 346 |
Eski said dönEmi EsErlEri
âlâyıilliyyin:
yücelerin yücesi, in-
sanın ulaşabilece€i en yüksek
mertebe.
aleyhissalâtü vesselâm:
salât ve
selâm onun üzerine olsun.
asr-ı saadet:
Peygamberimiz Hz.
Muhammed’in (a.s.m.) peygamber
olarak dünyada bulundu€u devir.
bazen:
zaman zaman.
belki:
hatta.
daima:
her vakit, sürekli, her za-
man.
ehl-i hadis:
hadis ilmiyle u€raşan.
ehl-i şeriat:
din ilimleriyle u€ra-
şanlar; dinin emir ve yasaklarını bi-
lenler, uygulayanlar.
elbette:
kesinlikle.
emsali:
benzeri.
esfel-i safilîn:
aşa€ıların en aşa€ısı,
Cehennemin en aşa€ı tabakası.
fena:
kötü.
fenalık:
kötülük.
fıtrat:
huy, mizaç, karekter.
hadis:
Peygamberimiz Hz. Mu-
hammed’in sözleri.
hakikat:
gerçek.
hurafat:
uydurma boş inanışlar.
hüccet:
delil.
hükmüne:
yerine.
ilm-i hadis:
hadis ilmi; Hz. Muham-
med’in (a.s.m.) sözlerini inceleyen
ve bunların manalarını çıkartan, ri-
vayet ve dirayet olmak üzere iki
kısma ayrılmış olan ilim.
iman:
Allah’a ve ‹slâm’ın gerekli
olan esaslarına inanma.
inkılâb-ı azîm:
büyük de€işiklik.
ittifak:
fikir birli€i etme.
kaide-i mukarrere:
kesinleşmiş,
üzerinde karar kılınmış, yerleşmiş
kural.
kat’î:
şüpheye ve tereddüde ma-
hal bırakmayan, kesin.
kıymetli:
de€erli.
kıymettar:
kıymetli, de€erli.
kizb:
yalan.
küfriyat:
kâfirli€e, küfre sebep
olan işler, sözler.
küfür:
Allah’ın varlı€ına, birli€ine
inanmama, Ona yakışmayacak sı-
fatlar yükleme.
mal:
varlık, servet; satışa konulan
ticarî eşya.
medar-ı iftihar:
övünme sebebi.
meta:
mal, servet.
meydan almak:
yayılmak.
meyl-i fıtrî:
yaratılış karekterin-
den kaynaklanan yöneliş.
mezkûr:
zikredilen, adı geçen, anı-
lan.
muhtaç:
gerekli.
mülevves:
kirli, pis.
mümkün:
imkân dâhilinde, kabil.
müseylime-i kezzab:
Yalancı Mü-
seylime, Arabistan’da, Asr-ı Saa-
dette peygamberlik iddiasında bu-