i'
Qƒ t
°ûdGi n
ƒr
?n
àr
dn
h o
á s
Ñ`n
ën
Ÿr
G p
?h o
ón
àr
?n
a ¢ o
S r
CÉ n
«r
dG ¢n
TÉn
Y n
’n
h o
¥r
ó°p
q
üdG Én
« r
ë n
«r
?n
a
@i'
óo
¡dr
G n
™n
Ñs
JG p
øn
e '
n
Y o
?n
Ó° s
ùdGn
hi'
ƒn
¡dr
G n
™n
Ñ`s
JG p
øn
e '
n
Y o
?n
Ón
Ÿr
Gn
h
yaşasın sıdk! Ölsün yeis! muhabbet devam etsin! Şû-
ra kuvvet bulsun! Bütün levm ve itap ve nefret, heva he-
vese tâbi olanlara olsun. Selâm ve selâmet, hüdaya tâbi
olanlar üstüne olsun
. Âmin...
Eğer denilse
: neden şûraya bu kadar ehemmiyet ve-
riyorsun? Ve beşerin, hususan Asya’nın, hususan İslâmi-
yet’in hayatı ve terakkisi nasıl o şûra ile olabilir?
Elcevap
: nurun Yirmi Birinci lem’a-i İhlâsında izah
edildiği gibi, haklı şûra ihlâs ve tesanüdü netice verdiğin-
den, üç elif, yüz on bir olduğu gibi; ihlâs ve tesanüd-i ha-
kikî ile, üç adam, yüz adam kadar millete fayda verebilir.
Ve on adamın, hakikî ihlâs ve tesanüt ve meşveretin sır-
rı ile, bin adam kadar iş gördüklerini çok vukuat-ı tarihi-
ye bize haber veriyor.
Madem beşerin ihtiyacatı hadsiz ve düşmanları niha-
yetsiz ve kuvveti ve sermayesi pek cüz’î, hususan dinsiz-
likle canavarlaşmış tahribatçı, muzır insanların çoğalma-
sıyla, elbette ve elbette, o hadsiz düşmanlara ve o niha-
yetsiz hacetlere karşı, imandan gelen nokta-i istinat ve o
nokta-i istimdat ile beraber hayat-ı şahsiye-i insaniyesi
dayandığı gibi, hayat-ı içtimaiyesi de yine imanın haka-
ikından gelen şûra-i şer’î ile yaşayabilir, o düşmanları
durdurur, o hacetlerin teminine yol açar.
BF
âmin:
“Yâ Rabbi! Öyle olsun, ka-
bul eyle!” anlamında duanın so-
nunda söylenir.
beşer:
insan, insanlık, âdemo€lu.
cüz’î:
kıymetsiz, önemsiz.
ehemmiyet:
önem, kıymet, de-
€er.
elbette:
şüphesiz.
elif:
ebcet hesabında de€eri bir
olan harf.
hacet:
ihtiyaç olan şeyler.
hacet:
ihtiyaç, lüzumlu olan şey-
ler.
hadsiz:
sınırsız, hudutsuz, pek çok.
hakaik:
hakikatler, do€rular, ger-
çekler.
hakikî:
gerçek.
haklı:
do€ru.
hayat-ı içtimaiye:
toplum hayatı.
hayat-ı şahsiye-i insaniye:
insa-
nın özel, hususî hayatı.
heva:
nefsin zararlı ve günah olan
arzuları.
heves:
boş ve geçici şeyler.
hususan:
özellikle, bilhassa.
hüda:
Kur’ân-ı Kerîm’in bir ismi; is-
tikametli yol, do€ru yol, hidayet
yolu.
ihlâs:
bir işi, başka bir karşılık bek-
lemeksizin, sırf Allah rızası için
yapma.
ihtiyacat:
ihtiyaçlar, lüzumlu olan
şeyler.
itap:
azarlama, tersleme.
izah etmek:
açıklama yapmak, bir
konuyu ayrıntılarıyla ortaya koy-
mak.
kuvvet:
kudret, takat; iktidar, etki-
leme gücü.
lem’a-i ‹hlâs:
ihlâs lem’ası; Risale-
i Nur Külliyatından “Lem’alar” kita-
bındaki “Yirmi Birinci Lem’a”nın
adı.
levm:
kınama, paylama.
madem:
de€il mi ki.
meşveret:
ehil şahıslardan fikir al-
ma, danışma; fikir alışverişi.
muhabbet:
sevgi, sevme, dostluk.
muzır:
zararlı.
nefret:
i€renme, tiksinme.
netice:
sonuç.
nihayetsiz:
çok, sınırsız, hu-
dutsuz.
nokta-i istimdat:
yardım dile-
me noktası, insanın kalbindeki
nihayetsiz emel ve arzuların
yerine getirilmesine olan ihti-
yaç.
nokta-i istinat:
dayanak nok-
tası, güvenme ve itimat nok-
tası.
selâm:
barış, rahatlık, selâmet,
esenlik.
selâmet:
hayırlı son, iyi ve gü-
zel sonuç.
sermaye:
varlı€ı.
sıdk:
do€ruluk, gerçeklik, haki-
kat.
sır:
insanın aklının erişemedi€i
‹lâhî hikmet.
şûra:
danışma, meşveret et-
me, karşılıklı fikir alışverişinde
bulunma; danışma kurulu.
şûra-i şer’î:
‹slâm'a uygun fikir
alışverişi, danışma, meşveret.
tâbi olmak:
boyun e€mek,
uymak, itaat etmek.
tahribatçı:
bozguncu, fitne çı-
karıcı, yıkıcı.
temin:
elde etme, yerine ge-
tirme, giderme.
terakki:
ilim, sanat ve teknik
gibi alanlarda ilerleme, daha
yüksek bir seviyeye gelme.
tesanüd-i hakikî:
gerçek da-
yanışma.
tesanüt:
dayanışma, birbirine
dayanma, birbirinden destek
alma, omuzdaşlık.
vukuat-ı tarihiye:
tarihe ge-
çen hâdiseler, olaylar.
yeis:
ümitsizlik; ümitsizlikten
meydana gelen üzüntü ve ka-
ramsarlık.
H
uTBe
-
i
Ş
amiYe
| 356 |
Eski said dönEmi EsErlEri