eski said onlara demiş ki:
evet, millet-i İslâmiyenin sebeb-i saadeti yalnız ve yal-
nız hakaik-ı İslâmiye ile olabilir. Ve hayat-ı içtimaiyesi ve
saadet-i dünyeviyesi şeriat-ı İslâmiye ile olabilir. Yoksa
adalet mahvolur, emniyet zirüzeber olur; ahlâksızlık, pis
hasletler galebe eder, iş yalancıların, dalkavukların elin-
de kalır. size bu hakikati ispat edecek binler hüccetten
bir küçük numune olarak bu hikâyeyi nazar-ı dikkatinize
gösteriyorum:
Bir zaman, bir adam, bir sahrada, bedevîler içinde,
ehl-i hakikat bir zatın evine misafir olur. Bakıyor ki, on-
lar mallarının muhafazasına ehemmiyet vermiyorlar.
Hatta, ev sahibi, evinin köşesinde paraları oralarda açık-
ta bırakmış.
Misafir, hane sahibine dedi:
“Hırsızlıktan korkmuyor musunuz, böyle malınızı kö-
şeye atmışsınız?”
Hane sahibi dedi:
“Bizde hırsızlık olmaz.”
Misafir dedi:
“Biz paralarımızı kasalarımıza koyduğumuz ve kilitle-
diğimiz hâlde çok defalar hırsızlık oluyor.”
Hane sahibi demiş:
“Biz emr-i İlâhî namına ve adalet-i şer’iye hesabına
hırsızın elini kesiyoruz.”
hayatındaki mutluluk, dünya sa-
adeti.
sahra:
çöl.
sebeb-i saadet:
saadet sebebi,
mutluluk nedeni.
şeriat-ı ‹slâmiye:
‹slâm şeriatı; ‹s-
lâmî yaşayış.
zat:
kişi, şahıs, fert.
zirüzeber:
karmakarışık, darma-
da€ın.
adalet:
her hak sahibine hak-
kının tam ve eksiksiz verilme-
si, hakkaniyet.
adalet-i şer’iye:
‹slâm adaleti.
ahlâksızlık:
kötü huylar, kötü
vasıflar.
bedevî:
göçebe; çölde yaşa-
yan.
dalkavuk:
kendisine çıkar ve
yarar sa€layacak olan kimse-
lere yaranmak isteyen kimse,
yaltakçı.
defa:
kere, kez.
ehemmiyet:
önem.
ehl-i hakikat:
gerçe€i bulup
onun peşinden gidenler; Allah
adamı.
emniyet:
inanma, güvenme.
emr-i ‹lâhî:
Allah’ın emri.
galebe etmek:
üstün gelmek.
hakaik-ı ‹slâmiye:
‹slâm dini-
nin hakikatleri.
hakikat:
gerçek.
hâlde:
durumda.
hane:
ev.
haslet:
huy, tabiat, karakter.
hayat-ı içtimaiye:
toplum ha-
yatı.
hesabına:
için.
hüccet:
delil olacak şey.
ispat etmek:
do€ruyu deliller-
le göstermek.
iş:
görev; hizmet.
mahvolmak:
yok olmak, orta-
dan kalkmak.
millet-i ‹slâmiye:
‹slâm mille-
ti.
misafir:
konuk, mihman.
muhafaza:
koruma, saklama.
namına:
adına.
nazar-ı dikkat:
dikkatli bak-
ma, dikkatli bakış.
numune:
örnek, misal.
pis:
çirkin, tiksindirici.
saadet-i dünyeviye:
dünya
Eski said dönEmi EsErlEri
| 365 |
H
uTBe
-
i
Ş
amiYe