galebe eder. daha o fenalıktan vazgeçmek için o ceza-
nız fayda vermiyor. Hem de, emr-i İlâhî ile olmadığın-
dan, o cezalar da adalet değil. Abdestsiz, kıblesiz namaz
kılmak gibi battal olur, bozulur. demek, hakikî adalet ve
tesirli ceza odur ki, Allah’ın emri namıyla olsun. Yoksa
tesiri yüzden bire iner.
“İşte bu cüz’î sirkat meselesine sair küllî ve şümullü ah-
kâm-ı İlâhiye kıyas edilsin. tâ anlaşılsın ki, saadet-i beşe-
riye, dünyada adalet ile olabilir. Adalet ise doğrudan
doğruya kur’ân’ın gösterdiği yol ile olabilir.”
Hikâyenin hülâsası bitti.
“eğer beşer çabuk aklını başına alıp adalet-i İlâhiye
namına ve hakaik-ı İslâmiye dairesinde mahkemeler aç-
mazsa, maddî ve manevî kıyametler başlarına kopacak,
anarşilere, Ye’cüc ve Me’cüclere teslim-i silâh edecek-
ler” diye kalbe ihtar edildi.
İşte bu hikâyeyi, o zamandaki bazı dindar mebuslara,
eski said söylemiş ve iki defa tab edilen Arabî Hutbe-i
Şamiye’nin zeylinde kırk beş sene evvel yazılmış.
(HaşİYe)
HaşİYe:
Hutbe-i Şamiye
namında matbu Arabî risaleyi, Arabî bilmediği-
miz için, üstadımızdan rica ettik ki: “Bize bir-iki gün ders ver.” Birkaç
gün zarfında söylediği dersin takririni kaleme aldık. üstadımız dersi
verdiği vakit, bazı cümlelerini zihnimizde tam yerleştirmek için tekrar
ederdi. Ahirdeki temsil ve hikâyeyi izahlı bulduğumuzdan, en evvel on-
ları üniversitelilerin ve dindar mebusların nazarlarına göstermemizin se-
bebi; üstadımız derse başladığı vakit, “eski zamanda şimendiferde mek-
tepli o iki muallim yerine, sizleri; ve bana şeriat hakkındaki sual soran
kırk beş sene evvel mebuslar yerine, şimdiki hakikî dindar mebusları
abdest:
niyetten sonra belli bir
tertip üzere bazı uzuvları yıkayıp
bazılarını da meshetmek suretiyle
yapılan temizlik.
adalet:
her hak sahibine hakkının
tam ve eksiksiz verilmesi, hakka-
niyet, âdillik.
adalet-i ‹lâhiye:
‹lâhî adalet.
ahir:
son.
ahkâm-ı ‹lâhiye:
‹lâhî hükümler.
anarşi:
kargaşa, karışıklık; terör.
arabî:
Arapça.
battal:
işe yaramaz.
bazı:
be€enmeyen, ehemmiyet
vermeyen; küfürbaz, a€zı bozuk.
bera-i malûmat:
bilgilendirmek,
bilgi sunmak.
beşer:
insan, insanlık, âdemo€lu.
cüz’î:
az, pek az; kıymetsiz, önem-
siz.
dindar:
dininin emirlerini yerine
getiren, mütedeyyin.
emr-i ‹lâhî:
Allah’ın emri.
evvel:
önce; geçmiş, geçmiş za-
manda.
fenalık:
kötülük.
galebe etmek:
üstün gelmek,
bastırmak.
hakaik-ı ‹slâmiye:
‹slâmiyetin
gerçekleri, kaideleri, kuralları.
hakikî:
gerçek.
haşiye:
dipnot.
hülâsa:
özet.
ihtar edilme:
dikkati çekilme,
tembih, uyarma.
izahlı:
açıklamalı.
kaleme almak:
yazmak.
kıble:
namaza başlarken yöneli-
nen taraf; Kâbe-i Muazzamanın
bulundu€u Mekke-i Mükerreme
kıyamet:
son derece büyük yıkım,
katlanılması güç belâ, büyük sıkın-
tı, belâ.
kıyas etmek:
karşılaştırmak,
oranlamak.
küllî:
umumî; çok, büyük.
maddî:
madde ile alâkalı, cismanî.
manevî:
ruha ve içe ait olan, ruhî.
matbu:
tab edilmiş, basılmış.
mebus:
halk tarafından seçilerek
meclise gönderilen, milletvekili.
medar-ı ibret:
ibret sebebi, vesile-
si.
mektepli:
e€itim, ö€retim gör-
müş.
mesele:
konu.
muallim:
ö€retici, ö€retmen.
nam:
ad, isim.
namına:
adına; için.
namıyla:
adıyla.
nazar:
bakış; dikkat.
rica etmek:
dilemek, istemek.
risale:
belli bir konuda yazıl-
mış küçük kitap.
saadet-i beşeriye:
insanlı€ın
mutlulu€u.
sair:
di€er, başka.
sirkat:
hırsızlık, çalma.
sual:
soru.
şeriat:
ayet ve hadislerle, kı-
yas, icma-ı ümmet ve büyük
mezhep imamlarının içtihatları
üzerine kurulan islâm dini ku-
ralları.
şimendifer:
demir yolunda
çalışan vasıta, tren.
şümullü:
kapsamlı.
tab etmek:
kitap basmak, ki-
tap baskısı.
takrir:
ders verme, ders anlat-
ma.
temsil:
misal getirme.
tesir:
etki.
teslim-i silâh:
silâh bırakma,
silâhını teslim etme.
Üstad:
Said Nursî
vakit:
zaman, an.
Ye’cüc ve me’cüc:
kısa boylu
olacakları söylenen, Kur’ân’da
onlardan bahsedilen ve ortalı-
€ı fitne ve anarşiye verecek
olan bir kavmin adı.
zarfında:
içerisinde.
zeyil:
ek, ilâve.
ziyade:
çok, fazla.
H
uTBe
-
i
Ş
amiYe
| 368 |
Eski said dönEmi EsErlEri