Herkül’ün kahramanlıkları gibi, beş para fayda vermedi-
ğini; yalnız iptal-i his nev’inden muvakkaten o elîm kor-
kuları hissetmemek için sefahat ve sarhoşlukla şırınga
ediyor.
İşte, iman ve küfrün muvazenesi, ahirette cennet ve
Cehennem gibi meyveleri ve neticeleri verdiği gibi; dün-
yada da iman bir manevî cenneti temin ve ölümü bir ter-
his tezkeresine çevirmesini; ve küfür dünyada dahi bir
manevî Cehennem ve hakikî saadet-i beşeriyeyi mahvet-
mesi ve ölümü bir idam-ı ebedî mahiyetine getirmesini
kat’î ve his ve şuhuda istinat eden risale-i nur’un yüzer
hüccetlerine havale edip kısa kesiyoruz.
Bu temsilin hakikatini görmek isterseniz, başınızı kal-
dırınız, bu kâinata bakınız. ne kadar şimendifer misillü
balon, otomobil, tayyare, berrî ve bahrî gemiler; karada,
denizde, havada kudret-i ezeliyenin nizam ve hikmetle
halk ettiği yıldızların kürelerine ve kâinat ecramına ve
hâdisatın silsilelerine ve müteselsil vakıatlarına bakınız.
Hem, âlem-i şahadette ve cismanî kâinatta bunların vü-
cudu gibi, âlem-i ruhanî ve maneviyatta kudret-i ezeli-
ye’nin daha acip müteselsil nazireleri var olduğunu aklı
bulunan tasdik eder, gözü bulunan çoğunu görebilir.
İşte kâinat içinde maddî ve manevî bütün bu silsileler,
imansız ehl-i dalâlete hücum ediyor, tehdit ediyor, korku
veriyor; kuvve-i maneviyesini zirüzeber ediyor. ehl-i ima-
na, değil tehdit ve korkutmak, belki sevinç ve saadet, ün-
siyet ve ümit ve kuvvet veriyor. Çünkü, ehl-i iman, iman
acip:
hayret veren, hayrette bıra-
kan.
ahiret:
dünya hayatından sonra
başlayıp ebediyen devam edecek
olan ikinci hayat.
âlem-i ruhanî:
ruhlara ait âlem,
ruhlar dünyası.
âlem-i şahadet:
gözle gördü€ü-
müz, şahit oldu€umuz âlem, kâi-
nat.
bahri:
denize ait.
balon:
zeplin.
belki:
şüphesiz.
berrî:
topra€a, karaya ait.
cismanî:
maddî ve cisimli olmak.
dahi:
bile.
ecram:
kütleler, cirmler.
ehl-i dalâlet:
yoldan çıkanlar, az-
gın ve sapkın kimseler.
ehl-i iman:
inananlar, iman sahip-
leri, ‹slâm dinini kabul edenler.
elîm:
dert ve keder veren.
hâdisat:
olaylar.
hakikî:
gerçek.
halk etmek:
yaratmak, meydana
getirmek.
havale etmek:
üzerine bırakmak.
Herkül:
cesaret ve kuvvetiyle ef-
saneleşmiş Yunan mitolojisi kah-
ramanı.
hikmet:
kâinattaki ve yaratılıştaki
‹lâhî gaye.
his:
duygu.
hüccet:
delil.
hücum etmek:
üzerine gitmek,
saldırmak.
idam-ı ebedî:
tamamen yok oluş.
iptal-i his:
hislerin, duyguların or-
tadan kaldırılması.
istinat etmek:
dayanmak; iddiası-
nı kurmak.
kat’î:
şüpheye ve tereddüde ma-
hal bırakmayan, kesin, şüphesiz.
kudret-i Ezeliye:
ezele ait kudret,
başı-sonu olmayan sonsuz ‹lâhî
kudret, kuvvet.
kuvve-i maneviye:
manevî güç,
moral.
küfür:
inkâr, Allah’ın varlı€ına, bir-
li€ine inanmama, Ona yakışmaya-
cak sıfatlar yükleme.
küre:
bütün noktaları merkezden
aynı uzaklıkta bulunan bir yüzeyle
sınırlı cisim.
maddî:
gözle görülüp elle tutulan.
mahiyet:
durum.
mahvetmek:
bozmak, yok et-
mek.
manevî:
gözle görülüp elle tutul-
mayan; ruha ve içe ait olan, ruhî;
fikrî, hissî.
maneviyat:
ruha, hisse ait şeyler.
misillü:
benzeri.
muvakkaten:
geçici olarak, az
bir zaman için.
muvazene:
ölçü, kıyas; karşı-
laştırma.
müteselsil:
birbirinin ardından
gelen, zincirleme giden, zincir-
leme.
nazire:
benzer.
nevi:
cins; tür.
nizam:
düzen; kaide, kanun.
saadet:
mutluluk, bahtiyarlık.
saadet-i beşeriye:
insanlı€ın
saadeti, mutlulu€u.
sefahat:
yasak şeylere, zevk
ve e€lenceye aşırı derecede
düşkünlük.
silsile:
birbirini takip eden şey-
lerin meydana getirdi€i sıra.
şırınga etmek:
vücuda ilâç
vermek; enjekte etmek.
şimendifer:
demir yolunda
çalışan vasıta, tren.
şuhut:
gözle görme, müşahe-
de.
tasdik etmek:
do€rulamak,
onaylamak.
tayyare:
uçak.
tehdit:
gözda€ı verme, kor-
kutma.
tehdit etmek:
korku vermek,
gözda€ı vermek.
temin:
meydana getirme.
temsil:
benzetme; misal getir-
me.
terhis tezkeresi:
askerli€in
bitti€ine dair verilen belge.
ünsiyet:
dostluk.
vakıat:
vakıalar, olaylar, hâdi-
seler.
vücut:
var olma, var oluş, var-
lık.
zirüzeber:
altüst, karmakarı-
şık, darmada€ın.
H
uTBe
-
i
Ş
amiYe
| 362 |
Eski said dönEmi EsErlEri