Asya kıt’asının ve istikbalinin keşşafı ve miftahı şûra-
dır. Yani, nasıl fertler birbiriyle meşveret eder; taifeler,
kıt’alar dahi o şûrayı yapmaları lâzımdır ki, üç yüz, belki
dört yüz milyon İslâm’ın ayaklarına konulmuş çeşit çeşit
istibdatların kayıtlarını, zincirlerini açacak, dağıtacak,
meşveret-i şer’iye ile şehamet ve şefkat-i imaniyeden te-
vellüt eden hürriyet-i şer’iyedir. ki, o hürriyet-i şer’iye,
âdab-ı şer’iye ile süslenip, garb medeniyet-i sefihânesin-
deki seyyiatı atmaktır.
İmandan gelen hürriyet-i şer’iye iki esası emreder:
Gk
ór
Ñn
Y o
¿ƒo
µn
j n
’! Gk
ór
Ñn
Y n
¿Én
c r
øn
e@ n
?s
dn
òn
àn
j n
’n
h n
? u
dn
òo
j n
’ r
¿n
G
@$G p
¿
ho
O r
øp
e Ék
HÉn
Hr
Qn
G Ék
°†r
©n
H r
ºo
µ
°o
†r
©n
H r
?n
©r
én
j n
’ p
OÉn
Ñp
©r
?p
d
p
ø '
ªr
Ms
ôdG o
ás
«p
£n
Y o
ás
«p
Yr
ô°s
ûdG o
á s
`jp
q
ô o
ër
dn
G :r
ºn
©n
f
Yani, iman bunu iktiza ediyor ki:
•
tahakküm ve istibdat ile başkasını tezlil etmemek ve
zillete düşürmemek ve zalimlere tezellül etmemek
.
•
Allah’a hakikî abd olan, başkalara abd olamaz. Bir-
birinizi, Allah’tan başka, kendinize rab yapmayınız. ya-
ni, Allah’ı tanımayan, her şeye, herkese, nispetine göre
bir rububiyet tevehhüm eder, başına musallat eder
.
•
evet, hürriyet-i şer’iye Cenab-ı Hakkın
rahman
,
ra-
hîm
tecellisiyle bir ihsanıdır ve imanın bir hassasıdır
.
di€i nimetlerle mahlûkatı ıslah ve
terbiye eden Allah.
rahîm:
merhamet eden, çok mer-
hametli olan, esirgeyen, koruyan,
acıyan Allah.
rahman:
ister mü’min, ister kâfir;
ister iyi isterse kötü olsun; rahmeti
bütün herkese yayılan ve bütün
yaratılmışların rızıklarını ve geçim
şekillerini içine alan rahmetin sahi-
bi Allah.
rububiyet:
rablık, ilâhlık
seyyiat:
fenalıklar, kötülükler.
şefkat-i imaniye:
imandan gelen
şefkat.
şehamet:
zekâ ve akıllılıkla bera-
ber olan cesaret, yi€itlik.
şûra:
meşveret etme, karşılıklı fikir
alışverişinde bulunma.
tahakküm:
zorla hükmü altına al-
ma.
taife:
kavim, kabile; millet.
tecelli:
Allah’ın lütfuna nail olma,
yansıma, görünme.
tevehhüm etmek:
gerçekte var
olmayanı var kabul etmek.
tevellüt etmek:
do€mak.
tezellül etmek:
kendini hor ve ha-
kir göstermek; alçalmak, küçül-
mek.
tezlil etmek:
aşa€ılamak, küçük
düşürmek, horlamak.
zalim:
haksızlık eden, acımasız
davranan.
zillet:
hor ve hakir görülme.
abd:
kul, köle.
adab-ı şer’iye:
‹slâmiyetin ön-
gördü€ü ahlâk kuralları.
Cenab-ı Hak:
Allah; do€ru, ger-
çek, Hakkın tâ kendisi olan, şe-
ref ve azamet sahibi yüce Al-
lah.
esas:
asıl, temel.
fert:
kişi, şahıs.
garb:
Batı medeniyeti; Avrupa
medeniyeti.
hakikî:
gerçek anlamda.
hassa:
özellik, hususiyet.
hürriyet-i şer’iye:
‹slâmiyetçe
sınırları çizilen özgürlük.
ihsan:
ikram etme, lütuf, ba-
€ış.
iktiza etmek:
lâzım gelmek,
gerekmek; gereklilik.
istibdat:
baskı, baskıcı yöne-
tim; hak ve hukuku tanıma-
ma, keyfî uygulama, zulüm ve
tahakküm.
istikbal:
gelecek, gelecek za-
man, ati.
kayıt:
bir çeşit kelepçe; ba€.
keşşaf:
sırları çözen, gizli ma-
naları ortaya çıkaran.
kıt’a:
yer yüzündeki yedi bü-
yük kara parçasından her biri,
ana kara.
lâzım:
gerek, gerekli, lüzumlu.
medeniyet-i sefihâne:
sefih
hâldeki medeniyet, sefahate
düşkün medeniyet.
meşveret etmek:
fikir alışve-
rişinde bulunmak.
meşveret-i şer’iye:
dine, şeri-
ata uygun olarak yapılan meş-
veret.
miftah:
açan alet, anahtar.
musallat:
rahatsız eden.
nispet:
ba€lılık, ilgi, ba€, mü-
nasebet.
rab:
besleyen, yetiştiren, ver-
Eski said dönEmi EsErlEri
| 355 |
H
uTBe
-
i
Ş
amiYe