evet,
her söylediğin doğru olmalı, fakat her doğruyu
söylemek doğru değil
. Bazen zarar verse, sükût etmek.
Yoksa, yalana hiç fetva yok.
Her söylediğin hak olmalı, fakat her hakkı söylemeye
senin hakkın yok
. Çünkü, halis olmazsa, sû-i tesir eder;
hak, haksızlıkta sarf olur.
dördÜnCÜ kElimE:
Bütün hayatımda, hayat-ı
içtimaiye-i beşeriyeden kat’î bildiğim ve tahkikatların
bana verdiği netice şudur ki:
Muhabbete en lâyık şey muhabbettir; ve husumete en
lâyık sıfat husumettir. Yani, hayat-ı içtimaiye-i beşeriye-
yi temin eden ve saadete sevk eden muhabbet ve sev-
mek sıfatı, en ziyade sevilmeye ve muhabbete lâyıktır.
Ve hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeyi zirüzeber eden düşman-
lık ve adavet, her şeyden ziyade nefrete ve adavete ve
ondan çekilmeye müstahak ve çirkin ve muzır bir sıfat-
tır. Bu hakikat risale-i nur’un Yirmi İkinci Mektubunda
izahıyla beyan edildiğinden, burada kısa bir işaret ediyo-
ruz. Şöyle ki:
Husumet ve adavetin vakti bitti. İki harb-i umumî, ada-
vetin ne kadar fena ve tahrip edici ve dehşetli zulüm ol-
duğunu gösterdi. İçinde hiçbir fayda olmadığı tezahür et-
ti. öyle ise, düşmanlarımızın seyyiatı, tecavüz olmamak
şartıyla, adavetinizi celp etmesin. Cehennem ve azab-ı
İlâhî kâfidir onlara.
adavet:
düşmanlık, husumet;
hınç, kin.
azab-ı ‹lâhî:
Allah’ın cezalandır-
ması.
bazen:
zaman zaman.
beyan etmek:
anlatmak, bildir-
mek.
celp etmek:
çekmek, getirmek.
dehşetli:
ürkütücü.
fena:
kötü.
fetva:
izin, müsaade.
hak:
do€ru, gerçek; hisse.
hakikat:
gerçek.
halis:
ihlâslı, samimî.
harb-i umumî:
dünya savaşı.
hayat-ı içtimaiye-i beşeriye:
insanların toplum hayatı.
husumet:
düşmanlık derece-
sine varan hasımlık.
işaret etmek:
bildirmek.
izah:
bir konuyu ayrıntılarıyla
ortaya koyma.
kâfi:
yeterli.
kat’î:
şüpheye ve tereddüde
mahal bırakmayan, kesin.
lâyık:
uygun, yakışır, münasip.
muhabbet:
sevgi, sevme,
dostluk.
muzır:
zararlı, zarar veren.
müstahak:
hak eden; lâyık.
nefret:
bir şeyden i€renme,
tiksinme.
netice:
sonuç.
risale-i nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eser-
lerinin adı.
saadet:
mutluluk, bahtiyarlık.
sarf olmak:
kullanmak.
sevk etmek:
yollamak, ulaş-
tırmak.
seyyiat:
günahlar, kötülükler.
sıfat:
nitelik, vasıf, özellik.
sû-i tesir:
kötü etki.
sükût etmek:
susmak.
tahkikat:
araştırmalar, soruş-
turmalar.
tahrip:
harap etme, yıkma, kı-
rıp dökme, bozma.
tecavüz:
fenalıklar, kötülükler.
temin etmek:
sa€lamak.
tezahür etmek:
ortaya çık-
mak, belirmek, görünmek.
vakit:
vakit, zaman.
zirüzeber:
altüst, karmakarı-
şık, darmada€ın.
ziyade:
çok, fazla.
zulüm:
haksızlık.
H
uTBe
-
i
Ş
amiYe
| 348 |
Eski said dönEmi EsErlEri