Eski Saîd Dönemi Eserleri - page 344

ÜÇÜnCÜ kElimE:
ki, bütün hayatımdaki
tahkikatımla ve hayat-ı içtimaiyenin çalkamasıyla hülâsa
ve zübdesi bana kat’î bildirmiş ki:
sıdk, İslâmiyet’in üssülesasıdır ve ulvî seciyelerinin ra-
bıtasıdır ve hissiyat-ı ulviyesinin mizacıdır. öyle ise, ha-
yat-ı içtimaiyemizin esası olan sıdkı, doğruluğu içimizde
ihya edip, onunla manevî hastalıklarımızı tedavi etmeli-
yiz.
evet, sıdk ve doğruluk, İslâmiyet’in hayat-ı içtimaiye-
sinde ukde-i hayatiyesidir. riyakârlık, fiilî bir nevi yalan-
cılıktır. dalkavukluk ve tasannu, alçakça bir yalancılıktır.
nifak ve münafıklık, muzır bir yalancılıktır. Yalancılık ise,
sâni-i zülcelâl’in kudretine iftira etmektir.
küfür, bütün envaıyla kizbdir, yalancılıktır. İman, sıdk-
tır, doğruluktur. Bu sırra binaen, kizb ve sıdkın ortasında
hadsiz bir mesafe var; şark ve garb kadar birbirinden
uzak olmak lâzım geliyor. nâr ve nur gibi birbirine gir-
memek lâzım. Hâlbuki, gaddar siyaset ve zalim propa-
ganda birbirini karıştırmış, beşerin kemalâtını da karıştır-
mış.
(HaşİYe)
HaşİYe:
ey kardeşlerim! kırk beş sene evvel eski said’in bu dersinden an-
laşılıyor ki, o said siyasetle, içtimaiyat-ı İslâmiye ile ziyade alâkadardır.
Fakat, sakın zannetmeyiniz ki; o, dini siyasete alet veya vesile yapmak
mesleğinde gitmiş. Hâşâ! Belki, o bütün kuvvetiyle siyaseti dine alet edi-
yormuş. Ve derdi ki: “dinin bir hakikatini bin siyasete tercih ederim.”
evet, o zamanda, kırk-elli sene evvel hissetmiş ki, bazı münafık zındıkla-
rın siyaseti dinsizliğe alet etmeye teşebbüs niyetlerine ve fikirlerine muka-
bil, o da bütün kuvvetiyle siyaseti İslâmiyetin hakaikına bir hizmetkâr, bir
alet yapmaya çalışmış.
?
alâkadar:
ilgili, ilişkili, münasebet-
li.
alet:
vasıta; bir iş yapmada kulla-
nılan araç, makine, aygıt, avadan-
lık; sebep, vasıta; organ; oyuncak.
belki şüphesiz.
beşer:
insan, insanlık, âdemo€lu.
binaen:
-den dolayı.
dalkavukluk:
yaltaklanma.
enva:
çeşitler, türler, neviler.
esas:
asıl, temel, öz.
evvel:
önce.
fiil:
iş, eylem.
fikir:
düşünce, tasarı.
gaddar:
zulüm eden, acımayan.
garb:
batı.
hadsiz:
sınırsız.
hakaik:
gerçekler, hakikatler.
hakikat:
gerçek.
hâlbuki:
amma.
hâşâ:
“kesinlikle imkânsız” mana-
sında bir düşünceyi reddetmek
için kullanılır.
haşiye:
dipnot.
hayat-ı içtimaiye:
toplum hayatı.
hissiyat-ı ulviye:
yüce duygular.
hizmetkâr:
hizmet eden.
hülâsa:
özet.
içtimaiyat-ı ‹slâmiye:
‹slâm'ın ön-
gördü€ü toplum hayatı.
iftira etmek:
suç yüklemek.
ihya etmek:
canlandırmak, dirilt-
mek, hayat vermek.
kat’î:
şüpheye ve tereddüde ma-
hal bırakmayan, kesin.
kemalât:
faziletler, iyilikler, ke-
maller.
kizb:
yalan söyleme, yalan, uydur-
ma.
kudret:
Allah’ın bütün varlı€ı çev-
releyen ezelî gücü.
küfür:
inkâr, Allah’ın varlı€ına, bir-
li€ine inanmama, Ona yakışmaya-
cak sıfatlar yükleme.
lâzım:
gerek, gerekli.
manevî:
ruha ve içe ait olan, ruhî;
fikrî, hissî.
mesafe:
uzaklık, uzunluk.
mizaç:
karakter, yapı.
mukabil:
karşı, karşılık.
muzır:
zararlı, zarar veren, zarara
sebep olan, zararı dokunan.
münafık:
kâfirli€ini gizleyerek
Müslüman gibi davranan.
münafıklık:
inanıyor gibi görün-
mek.
nâr:
od, ateş.
nevi:
çeşit.
nifak:
iki yüzlülük, münafıklık; ara
bozuculuk.
niyet:
bir işi yapmayı önceden dü-
şünme; maksat, meram.
nur:
aydınlık, parıltı, parlaklık.
propaganda:
bir inanç, düşün-
ce, doktrin v.b.ni başkalarına
tanıtmak, benimsetmek ama-
cını güden ve çeşitli vasıtalarla
yapılan faaliyet.
rabıta:
ba€.
riyakârlık:
iki yüzlülük, özü
sözü bir olmama.
sâni-i Zülcelâl:
sonsuz büyük-
lük sahibi olan ve her şeyi sa-
natla yaratan Allah.
seciye:
tabiat, karakter, cibilli-
yet.
sıdk:
do€ruluk, gerçeklik, haki-
kat, samimîlik.
sır:
püf noktası, yetenek ve
tecrübe ile anlaşılabilen en zor
ve en ince yan.
siyaset:
devlet idaresi ile ilgili
esaslar; politika.
şark:
do€u.
tahkikat:
araştırmalar, soruş-
turmalar.
tasannu:
yapmacık.
tercih etmek:
bir şeyi di€erle-
rinden üstün tutmak, seçmek.
teşebbüs:
başlama, girişme;
kalkışma.
ukde-i hayatiye:
hayatla ilgili
dü€üm, hayat dü€ümü.
ulvî:
yüce; manevî.
üssülesas:
gerçek sa€lam te-
mel.
vesile:
yol, vasıta; bahane, se-
bep.
zalim:
zulmeden, acımasız.
zannetmek:
sanmak.
zındık:
Allah’ı inkâr eden,
imansız, münkir.
ziyade:
çok, fazla.
zübde:
bir şeyin en mühim
kısmı, bir şeyin özü.
H
uTBe
-
i
Ş
amiYe
| 344 |
Eski said dönEmi EsErlEri
1...,334,335,336,337,338,339,340,341,342,343 345,346,347,348,349,350,351,352,353,354,...790
Powered by FlippingBook