menfaatini düşünmemekle, menfaat-i şahsiyesini düşün-
mekle, bin adam bir adam hükmüne sukut eder.
(1)
p
™r
Ñs
£dÉp
H w
?p
fn
ón
e o
¬s
fn
’p
p
¿Én
°ùr
f p
’r
G n
øp
e ¢n
ù r
«n
?n
a o
¬°n
ùr
Øn
f o
¬o
às
ª p
g n
¿Én
c r
øn
e
Yani: “
kimin himmeti yalnız nefsi ise, o insan değil.
Çünkü, insanın fıtratı medenîdir. ebna-i cinsini mülâha-
zaya mecburdur. Hayat-ı içtimaiye ile hayat-ı şahsiyesi
devam edebilir
.”
Meselâ, bir ekmeği yese, kaç ellere muhtaç ve ona
mukabil o elleri manen öptüğünü; ve giydiği libasla kaç
fabrikayla alâkadar olduğunu kıyas ediniz. Hayvan gibi,
bir postla yaşayamadığından, ebna-i cinsiyle fıtraten alâ-
kadar olduğundan ve onlara manevî bir fiyat vermeye
mecbur bulunduğundan, fıtratıyla medeniyetperverdir.
Menfaat-i şahsiyesine hasr-ı nazar eden, insanlıktan çı-
kar, masum olmayan cani bir hayvan olur. Bir şey elin-
den gelmese, hakikî özrü olsa, o müstesna!
alTInCI kElimE:
Müslümanların hayat-ı içtimaiye-i
İslâmiyedeki saadetlerinin anahtarı meşveret-i
şer’iyedir.
(2)
r
ºo
¡n
æ r
«n
H i '
Qƒo
°T r
ºo
go
ôr
en
Gn
h
ayet-i kerîmesi, şûrayı
esas olarak emrediyor.
evet, nasıl ki, nev-i beşerdeki telâhuk-i efkâr ünvanı al-
tında asırlar ve zamanların tarih vasıtasıyla birbiriyle
meşvereti, bütün beşeriyetin terakkiyatı ve fünunun esa-
sı olduğu gibi; en büyük kıt’a olan Asya’nın en geri kal-
masının bir sebebi, o şûra-i hakikiyeyi yapmamasıdır.
alâkadar:
ilgili, ilişkili, münasebet-
li, ba€lı.
asır:
yüz yıl.
ayet-i kerîme:
Kur’ân’ın ayeti;
azamet ve şerefi olan ayet.
beşeriyet:
insanlık.
cani:
acımasız, gaddar.
ebna-i cins:
aynı cinsten olanlar.
esas:
asıl, temel.
fıtrat:
seciye, yaratılış, karakter.
fiat:
karşılık; ücret.
fünun:
fen ilimleri.
hakikî:
gerçek.
hasr-ı nazar:
sadece bir şeye ba-
kıp ona dikkat etme.
hayat-ı içtimaiye:
toplum hayatı.
hayat-ı içtimaiye-i ‹slâmiye:
‹s-
lâm’ın sosyal hayatı, ‹slâmiyetin
getirmiş oldu€u kurallar çerçeve-
sinde oluşturulan toplum hayatı.
hayat-ı şahsiye:
kendine ait ha-
yat, kişisel hayat.
himmet:
çalışma, çabalama, gay-
ret gösterme, emek sarf etme.
hükmüne:
de€erine.
iktibas:
yazının oldu€u gibi veya
kısmen aktarılması.
istişare:
danışma, birinin fikir ve
görüşüne başvurma.
kıt’a:
yer yüzündeki yedi büyük
kara parçasından her biri, ana ka-
ra.
kıyas etmek:
karşılaştırmak.
libas:
elbise, giyilecek şey.
manen:
ruhça, mana itibarıyla.
manevî:
ruha ve içe ait olan, ruhî.
masum:
suçsuz, kabahatsiz, gü-
nahsız.
mecbur:
zorunlu.
medenî:
kibar, edepli, terbiyeli, fa-
ziletli; uygar.
medeniyetperver:
medeniyet se-
ver, medeniyetçi, medeniyeti ko-
ruyan.
menfaat:
fayda, kâr, kazanç.
menfaat-i şahsiye:
şahsî menfaat,
kişisel çıkar.
meselâ:
misal olarak.
meşveret:
fikir alışverişi.
meşveret-i şer’iye:
dine, şeri-
ata uygun olarak yapılan meş-
veret, danışma.
muhtaç:
ihtiyaçlı.
mukabil:
karşılık olarak, karşı-
lı€ında.
mülâhaza:
dikkatle bakma;
düşünme.
müstesna:
kaide dışı, kural dı-
şı.
nefsi:
kendisi.
nev-i beşer:
insano€lu, insan
soyu; insanlar.
özür:
engel; mazeret.
post:
tüylü hayvan derisi.
saadet:
mutluluk, kutluluk,
bahtiyarlık.
sukut etmek:
düşmek,
şûra:
meşveret etme, karşılıklı
fikir alışverişinde bulunma.
şûra-i hakikiye:
hakikî şûra,
gerçek meşveret, danışma.
telâhuk-i efkâr:
fikirlerin bir-
biri peşine gelip birleşmesi,
birbirine eklenmesi.
terakkiyat:
ilerlemeler, geliş-
meler.
ünvan:
ad, isim.
vasıta:
araç.
yani:
demek isteniyor ki.
H
uTBe
-
i
Ş
amiYe
| 354 |
Eski said dönEmi EsErlEri
1.
Hz. Ali’den (r.a.) iktibas. (Emsal-i Hz. Ali, s. 30.)
2.
Onların aralarındaki işleri istişare iledir. (Şûra Suresi: 38.)