korkak bir dilenci hükmüne düşer. İmanın bu sırr-ı haki-
katini ve dalâletin de bu dehşetli şekavet-i dünyeviyesini
risale-i nur yüzer kat’î hüccetlerle ispat ettiğine binaen,
bu pek uzun hakikati kısa kesiyoruz.
Acaba, en ziyade kuvve-i maneviyeye ve teselliye ve
metanete ihtiyacını hissetmiş bu asırdaki beşer, bu za-
manda o kuvve-i maneviyeyi ve teselliyi ve saadeti temin
eden ve İslâmiyet ve imandaki nokta-i istinat olan haka-
ik-ı imaniyeyi bırakıp garplılaşmak ünvanı ile İslâmiyet
milliyetinden istifade yerine, bütün bütün kuvve-i mane-
viyeyi kırıp ve teselliyi mahveden ve metanetini kıran da-
lâlet ve sefahate ve yalancı politika ve siyasete dayan-
mak ne kadar maslahat-ı beşeriyeden ve menfaat-i insa-
niyeden uzak bir hareket olduğunu; pek yakın bir za-
manda, intibaha gelmiş –başta İslâm olarak– beşer his-
sedecek, dünyanın ömrü kalmışsa kur’ân’ın hakaikına
yapışacak.
* * *
İşte sabık temsil gibi, eski zamanda, Hürriyetin başın-
da bazı dindar mebuslar, eski said’e dediler: “sen her ci-
hette siyaseti dine, şeriata alet ediyorsun ve dine hizmet-
kâr yapıyorsun ve yalnız şeriat hesabına hürriyeti kabul
ediyorsun. Ve meşrutiyeti de meşruiyet suretinde beğe-
niyorsun. demek hürriyet ve meşrutiyet şeriatsız ola-
maz. Bunun için, seni de ‘Şeriat isteriz!’ diyenlerin içine,
otuz Bir Mart’ta dâhil ettiler.”
alet:
vasıta.
asır:
yüzyıl.
beşer:
insan, insanlık, âdemo€lu.
binaen:
-den dolayı.
cihet:
yön, şekil.
dâhil:
giren, katılan.
dalâlet:
iman ve ‹slâmiyetten ay-
rılmak, batıla yönelme.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
dindar:
dininin emirlerini yerine
getiren, mütedeyyin.
garplılaşmak:
Avrupa kültür ve
medeniyetini ülkeye yerleştirmek.
hakaik:
gerçekler.
hakaik-ı imaniye:
‹slâmiyetin,
imanın gerçekleri.
hakikat:
gerçek.
hesabına:
adına, namına.
hizmetkâr:
hizmet eden.
hüccet:
delil, ispat, bürhan.
hükmüne:
de€erine.
hürriyet:
1908 de II. Meşrutiyetin
ilânı ile birlikte gerçekleşen yeni
sistemin halk arasındaki adı.
hürriyet:
serbestlik, hür oluş.
ihtiyaç:
gereklilik.
intibaha gelmek:
uyanmak; olup
bitenlerin farkında olmak.
ispat etmek:
delil ve şahit göste-
rerek do€ruyu ortaya koymak,
do€ruyu delillerle göstermek.
istifade:
faydalanma.
kabul etmek:
uygun bulmak, be-
€enmek.
kat’î:
şüpheye ve tereddüde ma-
hal bırakmayan, kesin, şüphesiz.
kuvve-i maneviye:
manevî güç,
moral gücü.
mahveden:
kaldıran.
maslahat-ı beşeriye:
insanın fay-
dasına olan işler, şeyler.
mebus:
halk tarafından seçilerek
meclise gönderilen, milletvekili.
menfaat-i insaniye:
insanlı€ın ka-
zanımı, kârı.
meşruiyet:
şeriata uygun bu-
lunma.
meşrutiyet:
başında hüküm-
dar bulunmakla birlikte se-
çimle kurulan bir yasama
meclisine dayanan, yürütmesi
denetime açık anayasal idare
şekli.
metanet:
metinlik, dayanıklı-
lık.
metaneti kırmak:
sebatı, gay-
reti kaldırmak, atalete (tem-
belli€e) atmak.
milliyet:
inanç, tarih, dil, gele-
nek, kültür, ideal vatan birli€i.
ne:
de€il, yok.
nokta-i istinat:
dayanak nok-
tası, güvenme ve itimat nok-
tası.
politika:
siyaset.
saadet:
mutluluk, bahtiyarlık,
mes’ut olma.
sabık:
evvelki, anlatılan.
sefahat:
yasak şeylere, zevk
ve e€lenceye aşırı derecede
düşkünlük.
sırr-ı hakikat:
gerçek sır.
siyaset:
politika.
suretinde:
şekliyle, yönüyle.
şekavet-i dünyeviye:
dünya-
nın nihayetsiz belâ, sıkıntı ve
ıztırabı.
şeriat:
ayet ve hadislerle, kı-
yas, icma-ı ümmet ve büyük
mezhep imamlarının içtihatları
üzerine kurulan islâm dini ku-
ralları.
temin etmek:
sa€lamak.
temsil:
misal getirme.
teselli:
rahatlatma; avunma.
ünvan:
ad.
ziyade:
çok.
H
uTBe
-
i
Ş
amiYe
| 364 |
Eski said dönEmi EsErlEri