hâdisatlara karşı da, hatta mikroptan kuyruklu yıldızlara
kadar beşerin küllî istidadına karşı düşmanlık vaziyetini
alan o dehşetli şimendiferlerin tehditlerine karşı, imanın
kahramanlığıyla mukabele edip korkmayan; kaza ve ka-
der-i İlâhiyeye karşı imanın teslimiyetiyle korkmak, deh-
şet almak yerinde, hikmet ve ibret ve bir nevi saadet-i
dünyeviyeyi kazanan başta türk ve Arap taifeleri ve bü-
tün Müslüman kabileleri, o masum çocuk gibi, fevkalâde
bir manevî kahramanlık gösterdikleri gösteriyor ki, İstik-
balin hâkim-i mutlakı, ahirette olduğu gibi, dünyada da
İslâmiyet milliyetidir.
o iki temsilde, o iki acip kahramanın pek acip korku
ve telâşlarına ve elemlerine sebep, onların adem-i itikat-
ları ve cehaletleri ve dalâletleri olduğu gibi; risale-i
nur’un yüzer hüccetlerle ispat ettiği bir hakikati ki, bu ri-
salenin mukaddemesinde bir-iki misali söylenmiş. Mese-
le şudur ki:
küfür ve dalâlet, bütün kâinatı ehl-i dalâlete binler
müthiş düşmanlar taifeleri ve silsileleri gösteriyor. kör
kuvvet, serseri tesadüf, sağır tabiat elleriyle, Manzume-i
Şemsiyeden tut, tâ kalbdeki verem mikroplarına kadar
binler taife düşmanlar bîçare beşere hücum ettiklerini; ve
insanın cami mahiyeti ve küllî istidadatı ve hadsiz ihtiya-
catı ve nihayetsiz arzularına karşı mütemadiyen korku,
elem, dehşet ve telâş vermesiyle, küfür ve dalâlet, bir
Cehennem zakkumu olduğunu ve bu dünyada da sa-
hibini bir Cehennem içine koyduğunu; din ve imandan
hariç binler fen ve terakkiyat-ı beşeriye, o rüstem ve
istikbal:
gelecek, gelecek zaman.
kabile:
insan toplulu€u.
kader-i ‹lâhiye:
‹lâhî kader, Al-
lah’ın kader kanunu.
kâinat:
yaratılmış olan şeylerin ta-
mamı, bütün âlemler, varlıklar.
kaza:
Cenab-ı Hak tarafından bili-
nen ve takdir olunan şeylerin za-
manı gelince yaratılması.
küfür:
inkâr, Allah’ın varlı€ına, bir-
li€ine inanmama, Ona yakışmaya-
cak sıfatlar yükleme.
küllî:
bütüne ait, umumî.
mahiyet:
nitelik, özellik, hususi-
yet.
manevî:
ruha ve içe ait olan, ruhî;
fikrî, hissî.
manzume-i Şemsiye:
güneş ile
ona ba€lı olan seyyareler, Güneş
Sistemi.
masum:
günahsız; saf, temiz.
mesele:
cevabı istenen soru.
mikrop:
ancak mikroskopla görü-
lebilen hastalı€a sebep olan küçük
canlı.
misal:
benzer, örnek, numune.
mukabele etmek:
karşı gelmek,
karşı koymak.
mukaddeme:
başlangıç, giriş.
mütemadiyen:
sürekli, devamlı.
müthiş:
dehşetli, korkunç.
nevi:
tür, çeşit.
nihayetsiz:
sınırsız, sonsuz.
risale:
belli bir konuda yazılmış
küçük kitap.
rüstem:
‹ran’ın ünlü kahramanı.
saadet-i dünyeviye:
dünya ile il-
gili saadet, dünya hayatındaki
mutluluk, dünya saadeti.
sebep:
neden; vesile.
serseri:
gayesiz, hedefsiz.
silsile:
birbirini takip eden şeylerin
meydana getirdi€i sıra.
şimendifer:
demir yolunda çalışan
vasıta, tren.
tâ:
kadar, dek, de€in.
tabiat:
âlem ve içindekiler; maddî
âlem..
taife:
kavim, kabile; millet.
tehdit:
korku verme, gözda€ı.
telâş:
tasa, endişe, kaygı.
temsil:
misal getirme.
terakkiyat-ı beşeriye:
insanlı€ın
teknik alanda ilerlemesi, gelişme-
si.
tesadüf:
rast gelme, rastlantı.
teslimiyet:
kendini Allah’ın irade-
sine terk etme, boyun e€me.
vaziyet:
durum, duruş.
zakkum:
Cehennemde yetişen ve
acı meyvesi Cehennemliklere ye-
dirilecek olan bir a€aç.
acip:
hayret veren, hayrette
bırakan, tuhaf, şaşılacak.
adem-i itikat:
itikatsızlık,
inançsızlık.
ahiret:
dünya hayatından
sonra başlayıp ebediyen de-
vam edecek olan ikinci hayat.
arzu:
istek, heves.
beşer:
insan, insanlık, âde-
mo€lu.
bîçare:
çaresiz, zavallı, şaşkın.
cami:
kapsamlı.
cehalet:
bilgisizlik, cahillik.
dalâlet:
iman ve ‹slâmiyetten
ayrılmak, azmak, do€ru yol-
dan ayrılma, azma, batıla yö-
nelme.
dehşet:
korkma, ürkme.
dehşet almak:
korku duyma,
ürküntü.
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli; yol-
dan çıkanlar, azgın ve sapkın
kimseler.
elem:
dert, üzüntü; maddî-
manevî ıztırap.
fen:
ilim.
fevkalâde:
ola€anüstü.
hâdisat:
hâdiseler, olaylar.
hadsiz:
sınırsız.
hakikat:
gerçek.
hâkim-i mutlak:
mutlak ola-
rak hükmeden.
hariç:
dışında.
hikmet:
kâinattaki ve yaratı-
lıştaki ‹lâhî gaye.
hüccet:
delil.
hücum etmek:
saldırmak.
ibret:
ders alma, ders çıkarma.
ihtiyacat:
ihtiyaçlar, lüzumlu
olan şeyler.
ispat etmek:
do€ruyu deliller-
le göstermek.
istidadat:
istidatlar, kabiliyet-
ler, yetenekler.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
Eski said dönEmi EsErlEri
| 361 |
H
uTBe
-
i
Ş
amiYe