Eski Saîd Dönemi Eserleri - page 358

işaret ediyor ki, yalnız hiss-i dinî Şarkı uyandırır, te-
rakkiye sevk eder. Asr-ı saadet ve tâbiîn, bunun bir bür-
han-ı kat’îsidir.
“ey bu hamiyet-i diniye ve milliyeden hangisine daha
ziyade ehemmiyet vermek lâzım geldiğini soran bu şi-
mendifer denilen medrese-i seyyarede ders arkadaşlarım
ve şimdi zamanın şimendiferinde istikbal tarafına bizim-
le beraber giden bütün mektepliler! size de derim ki:
“‘Hamiyet-i diniye ve İslâmiyet milliyeti, türk ve Arap
içinde tamamıyla mezç olmuş ve kabil-i tefrik olamaz bir
hâle gelmiş. Hamiyet-i İslâmiye, en kuvvetli ve metin ve
Arştan gelmiş bir zincir-i nuranîdir, kırılmaz ve kopmaz
bir urvetü’l-vüskadır, tahrip edilmez, mağlûp olmaz bir
kudsî kal’adır’ dediğim vakit, o iki münevver mektep mu-
allimleri bana dediler: ‘delilin nedir? Bu büyük davaya
büyük bir hüccet ve gayet kuvvetli bir delil lâzım. delil
nedir?’”
Birden şimendiferimiz tünelden çıktı. Biz de başımızı
çıkardık, pencereden baktık. Altı yaşına girmemiş bir ço-
cuğu şimendiferin tam geçeceği yolun yanında durmuş
gördük. o iki muallim arkadaşlarıma dedim:
“İşte bu çocuk lisan-ı hâliyle sualimize tam cevap veri-
yor. Benim bedelime o masum çocuk bu seyyar medre-
semizde üstadımız olsun. İşte lisan-ı hâli bu gelecek ha-
kikati der:
arş:
gö€ün en yüksek katı.
asr-ı saadet:
Peygamberimiz Hz.
Muhammed’in (a.s.m.) peygamber
olarak dünyada bulundu€u devir.
bedelime:
yerime.
bürhan-ı kat’î:
kesin, şüphe bırak-
mayacak delil.
dava:
takip edilen fikir, iddia, ülkü.
delil:
bir davayı, meseleyi ispata
yarayan şey.
ehemmiyet:
önem, kıymet, de-
€er.
gayet:
son derece.
hakikat:
gerçek.
hâl:
durum.
hamiyet-i diniye:
dinden gelen
yüce duygularla din u€runa feda-
kârlıkta bulunma, çalışma, gayret.
hamiyet-i ‹slâmiye:
‹slâmiyet için
‹slâmî gayeler u€runa fedakârlıkta
bulunma, çalışma.
hamiyet-i milliye:
millet için, millî
gayeler u€runa fedakârlıkta bu-
lunma, çalışma, gayret etme.
hiss-i dinî:
din duygusu.
hüccet:
delil, ispat, bürhan.
istikbal:
gelecek, gelecek zaman,
ati.
işaret:
nişan, alâmet, iz.
kabil-i tefrik:
ayrılması mümkün,
ayrılabilir.
kal’a:
kale, büyük hisar.
kudsî:
mukaddes, kutlu, muazzez,
aziz.
lâzım:
gerek, gerekli, lüzumlu.
lisan-ı hâl:
hâl dili, bir şeyin duru-
şu ve görünüşü ile bir mana ifade
etmesi.
ma€lûp:
yenilmiş, kendisine galip
gelinmiş.
masum:
suçsuz, kabahatsiz, gü-
nahsız.
medrese:
yüksek mektep,
üniversite.
medrese-i seyyare:
seyyar
medrese; gezici, geçici medre-
se.
mektep:
e€itim ve ö€retim
kuruluşu, ilim ve irfan ö€reni-
len yer, okul.
mektep:
e€itim ve ö€retim
kuruluşu, ilim ve irfan ö€reni-
len yer, okul.
metin:
sa€lam ve dayanıklı.
mezç olmak:
katışmış, karış-
mış.
milliyet:
bir milleti di€er mil-
letten ayıran hâllerin ve özel-
liklerin tamamı.
muallim:
ö€retici, ö€retmen.
münevver:
bilgili, kültürlü
kimse, aydın.
sevk etmek:
ulaştırmak.
seyyar:
sabit olamayan.
sual:
soru.
Şark:
Avrupa kültürünün dı-
şında kalan Müslüman ülkele-
ri.
şimendifer:
demir yolu; demir
yolunda çalışan vasıta, tren.
Tâbiîn:
Hz. Muhammed’in
(a.s.m.) Ashabıyla görüşmüş,
onlardan hadis dinlemiş ve
ders almış olan Müslümanlar.
tahrip etmek:
harap etmek,
yıkmak, kırıp dökmek, boz-
mak.
terakki:
ilerleme, gelişme.
tünel:
bir yandan öteki yana
geçebilmek için yer altında
açılan yol ve geçit.
urvetü’l-vüska:
kopmaz ve
sa€lam kulp.
üstat:
ö€retici.
vakit:
zaman, an.
zincir-i nuranî:
nurlu zincir.
ziyade:
çok, fazla.
H
uTBe
-
i
Ş
amiYe
| 358 |
Eski said dönEmi EsErlEri
1...,348,349,350,351,352,353,354,355,356,357 359,360,361,362,363,364,365,366,367,368,...790
Powered by FlippingBook