Eski Saîd Dönemi Eserleri - page 378

kıymetini bu derece üstadımızın himmetiyle idrak etmi-
şiz; şu hâlde o nur ve feyiz hazinesi, irfan ve kemalât
menbaı olan risale-i nur’u bir dakikamızı bile boş geçir-
meden mütemadî ve devamlı bir şekilde, her gün ve her
saat okuyacağız ve bu uğurda geceli gündüzlü çalışaca-
ğız, inşaallah. Fakat her an, bütün işlerimizde olduğu gi-
bi, bunda da büyük üstadımızın dua ve himmetiyle mu-
vaffak olabileceğiz.
Hem şu hakikat zahir ve bâhirdir ki: Bir kimse allâme
dahi olsa risale-i nur’un ve müellifinin talebesidir; ri-
sale-i nur’u okumak zaruret ve ihtiyacındadır. eğer gaf-
let ederse, kendisini aldatan enaniyetine boyun eğip ri-
sale-i nur külliyatını okumazsa, büyük bir mahrumiyete
duçar olur. Fakat biz, idrak ettiğimiz bu muazzam haki-
kat karşısında, beşeriyetin halâskârı ve milyarlarca insan-
ların fevkinde olan bir memur-i rabbanîye, nasıl minnet-
tar ve medyun olduğumuzu tarif edemiyoruz. Yine dua
ve himmetinizle idrak etmişiz ki: kur’ân-ı kerîm’in bir
mu’cize-i maneviyesi olan harika risale-i nur külliyatının
bir satırından ettiğimiz istifadenin, bir miktar mukabilini
dahi ödemeye gücümüz yetişmez. Bunun için ancak Ce-
nab-ı Hakka şöyle yalvarmaya karar verdik:
“Yâ rab, bizi ebedî haps-i münferitten kurtarıp bâkî
ve sermedî bir âlemin saadetine nail edecek bir hakaik
hazinesinin anahtarını risale-i nur gibi nazirsiz bir ese-
riyle bahşeden sevgili ve müşfik üstadımızı zalimlerin ve
düşmanların suikastlarından muhafaza eyle, kur’ân ve
âlem:
dünya.
allâme:
ilmî seviyesi çok yüksek
olan âlim.
an:
en kısa zaman, lâhza, dem.
bâhir:
belli, besbelli, açık.
bahşetmek:
ba€ışlamak, vermek
bâkî:
yok olmayan, sürekli ve kalı-
cı olan.
beşeriyet:
insanlık.
Cenab-ı Hak:
Allah; do€ru, gerçek,
Hakkın tâ kendisi olan, şeref ve
azamet sahibi yüce Allah.
dahi:
bile.
derece:
basamak, artma veya
yükselme basama€ı; mertebe, ka-
deme; de€er, miktar; ölçü aletle-
rinde miktar belirten işaretlerden
her biri; memurluk, rütbe sırası.
duçar olmak:
tutulmuş, u€ramış,
yakalanmış.
ebedî:
sonu olmayan, sürekli.
enaniyet:
kendini be€enme, ben-
cillik, egoistlik.
fevkinde:
üstünde.
feyiz:
Allah’ın kuluna ba€ışladı€ı
marifet ve dinî heyecan.
gaflet etmek:
çevresinde olanları
fark edememek
hakaik:
hakikatler, gerçekler.
hakikat:
gerçek.
halâskâr:
kurtarıcı.
hâlde:
durumda.
haps-i münferit:
ehl-i dalâlet için
ölüm ve kabir.
harika:
ola€anüstü.
himmet:
manevî yardım.
idrak etmek:
akıl erdirmek, anla-
mak, kavramak.
inşaallah:
Allah isterse, Allah diler-
se, Allah’ın emri olursa, Allah izin
verirse manalarında kullanılan bir
dua.
irfan:
Allah’ı bilme ve tanıma, ma-
rifetullah.
istifade:
faydalanma.
kemalât:
insandaki ahlâk ve huy
güzellikleri.
kıymet:
de€er, önem.
mahrumiyet:
diledi€ini, istedi€ini
elde edememe.
medyun:
borçlu, verece€i bu-
lunan.
memur-i rabbaniye:
her şeyi
terbiye eden, nimetlendiren,
Rab olan Allah’ın memurları.
menba:
kaynak.
miktar:
kısım, parça.
minnettar:
bir iyili€e karşı
minnet duyan.
mu’cize-i maneviye:
tesiri
manevî olan mu’cize.
muazzam:
ehemmiyetli,
önemli; muhteşem.
muhafaza eylemek:
koru-
mak.
mukabil:
karşılık.
muvaffak:
başarılı.
müellif:
yazan, telif eden.
müşfik:
şefkatli.
mütemadî:
arkası kesilmeksi-
zin, kesintisiz.
nail etmek:
emeline kavuş-
turmak, amacına ulaştırmak.
nazirsiz:
benzersiz.
nur:
ilim.
rab:
besleyen, yetiştiren, ver-
di€i nimetlerle mahlûkatı ıslah
ve terbiye eden Allah.
saadet:
mutluluk, mes’ut ol-
ma.
sermedî:
sürekli, daimî, ölüm-
süz.
suikast:
kötü kasıt, kötü niyet;
kötü kasıtla iş yapma, tuzak
kurma.
talebe:
ö€renci.
tarif etmek:
bir kavramı keli-
melerle ifade etme.
zahir:
şüphesiz, kuşkusuz.
zalim:
acımasız ve haksız dav-
ranan.
zaruret:
mecburiyet, zorunlu-
luk.
H
uTBe
-
i
Ş
amiYe
| 378 |
Eski said dönEmi EsErlEri
1...,368,369,370,371,372,373,374,375,376,377 379,380,381,382,383,384,385,386,387,388,...790
Powered by FlippingBook