Muvasalatımın ilk gecesi, pederimin misafirlerine tah-
sis edildiği odaya devam eden zevata –mütevekkilen alel-
lah– akşam ile yatsı arasında risale-i nur’u okumaya
başladım.
sevgili üstadım, evvelce arz ettiğim veçhile, ben artık
bir şey için yaşadığımı zannediyorum. o da, üstadım
olan dellâl-ı kur’ân’ın vazife-i memuriye-i manevîsini ifa
etmekle kendilerine pek cüz’î bir yardım ve kur’ân hesa-
bına cüz’î bir hizmetkârlıktan ibarettir.
orada bulunduğunuz müddetçe Hazret-i kur’ân’dan,
hakikat-i iman ve İslâm hesabına vaki olacak istihraç ve
tecelliyattan mahrum bırakılmamaklığımı hassaten istir-
ham ediyorum. İnşaallah müstecap olan duanızla Allahü
zülcelâl, risale-i nur hizmetinde ümit ve arzu ettiğim ne-
ticeye vâsıl; ve merhum ve mağfur Abdurrahman gibi
ahir nefesimde imanı tevfik; ve saadet-i bâkiyede iki ci-
han serveri nebî-i ekremimiz Muhammedeni’l-Mustafa
sallâllâhü Aleyhi Vesellem efendimize, siz muhterem
üstadımın arkasından ve yakınında komşuluk vermek
suretiyle a’mal-i hakikiyeye nail buyurur.
evet, İslâmiyet gibi bir âlî tarikım, acz ve fakrı Allah’a
karşı bilmek gibi bir meşrebim, seyyidü’l-Mürselîn gibi
bir rehberim, kur’ân-ı Azîmüşşan gibi bir mürşidim, bir
dakikada mertebe-i velâyete erişmek gibi ulvî bir netice
almak mümkün olan askerlik gibi bir mesleğim var.
üstadım bana ve dinleyen her zîukule, “tarikat zama-
nı değil, imanı kurtarmak zamanıdır. Beş vakit namazını
acz:
güçsüzlük.
ahir:
son.
âlî:
yüce, yüksek.
a’mal-i hakikîye:
gerçek hayırlar,
işler.
arz etmek:
bir büyüğe sunma,
gösterme, takdim etme; izah et-
me.
arzu:
bir şeye karşı duyulan istek,
heves.
cihan:
dünya, kâinat, âlem.
cüz’î:
küçük.
dellâl-i kur’ân:
Kur’ân’ı ilân eden.
erişmek:
ulaşmak.
fakrı:
fakirlik.
hakikat-i iman:
iman hakikati.
hassaten:
bilhassa, özellikle, hele,
yalnız.
hesabına:
adına.
hizmet:
bir uğurda bir işin yapıl-
ması için çalışma.
hizmetkâr:
hizmet yapan kimse,
hizmetçi.
ibarettir:
meydana gelmiş.
ifa etmek:
yerine getirmek, bir işi
yapmak.
iman:
inanç.
inşaallah:
Allah dilerse.
islâmiyet:
Müslümanlık.
istihraç:
bir şeyin içinden başka
şey çıkarmak, bir manayı istidlâl
etmek, meydana ve harice çıkar-
mak.
istirham etmek:
merhamet dile-
mek, yalvarmak.
mağfur:
ölmüş olup rahmetle anı-
lan kimse.
mahrum:
bir şeye sahip olama-
yan, yoksun.
merhum:
rahmete kavuşmuş, öl-
müş, ölü.
mertebe-i velâyet:
velîlik maka-
mı.
meşrep:
manevî haz ve feyiz alı-
nan yol, usul.
müddet:
zaman, süre.
muhterem:
saygı değer, hürmete
layık, saygın.
mümkün:
imkân dâhilinde.
mürşit:
irşat eden, doğru yolu gös-
teren, rehber, kılavuz.
müstecap:
kabul edilen.
mütevekkilen alellah:
Allah’a sı-
ğınarak, tevekkül ederek.
muvasalat:
varma, ulaşma, vasıl
olma; yetişme, kavuşma.
nail:
kavuşmuş.
nebî-i Ekrem:
kerem sahibi
Peygamberimiz (ASM).
netice:
sonuç.
peder:
baba, ata.
rehberim:
önder, yol gösterici.
saadet-i bâkiye:
ahiret mutlu-
luğu.
sallâllâhü aleyhi vesellem:
Allah ona salat ve selam eyle-
sin.
server:
efendi.
seyyidü’l-mürselîn:
Peygam-
berlerin Efendisi olan Peygam-
berimiz (ASM)
suret:
biçim, şekil.
tahsis etmek:
Bir şeyi bir kim-
seye veya bir yere ayırmak.
tarik:
yol; usul; meslek; vasıta,
sebep.
tarikat:
Allah’a ulaşmak için,
şeyhin gözetiminde müridin
takip edeceği terbiye usul ve
yolu, seyir ü sülûk sırasında
tutulan yol.
tecelliyat:
tecelliler, görüntü-
ler.
tevfik:
başarı, muvaffakıyet.
ulvî:
yüksek, yüce.
vaki olmak:
vuku bulmak ol-
mak.
vakit:
zaman.
vâsıl:
ulaşmış olan, ulaşan.
vazife-i memuriye-i manevî:
manevî memurluk görevi.
veçhile:
yönüyle.
zannetmek:
sanmak.
zevat:
zatlar, kişiler.
zîukul:
akıllı.
Zülcelâl:
celâl sahibi, büyük-
lük, izzet, heybet ve azamet
sahibi Allah.
m
ünazaraT
| 310 |
Eski said dönEmi EsErlEri