Bir muallim kardeşimiz, Sultan Hamid’in hakkında
üstadımızın Hürriyet başında söylediği nutuklarda,
Sultan Hamid’e hücum etmiş ve o kıymettar padişahın
kıymetini takdir etmemiş gibi bir şüphe gelmiş.
Elcevap:
Biz üstadımızdan aldığımız hakikat-i hâl ile
cevap veriyoruz.
evvelâ
: üstadımızın bütün hayatındaki birinci düstu-
ru, kur’ân-ı Hakîm’in bir kanun-i esasîsidir ki: “Bir ada-
mın cinayetiyle başkası mes’ul olamaz” kaide-i kur’âni-
yesi ile, “o padişahın zamanındaki hükûmetin hataları
ona verilmez” diye daima hayatında ona hüsnüzan et-
miş, onun bazı zaman mecburiyetle ettiği kusurları da,
onun muarızlarına karşı da tevile çalışmış.
Saniyen
: üstadımız, Hürriyetin başında bütün kuvve-
tiyle şeriat dairesindeki hürriyet-i şer’iyeyi sena etmiş,
nutukları ile halkları o hürriyete davet etmiş ve hürriyet-i
şer’iyeye muhalif olanlara demiş ki:
“eğer şeriat dairesinde olmazsa, istibdat namını verdi-
ğiniz, bir şahsın mecburî, cüz’î ve hafif istibdadı, pek şid-
detli bir istibdad-ı küllî olup inkısam edecek. Herkes, bir
nevi müstebit olur. İstibdad-ı mutlak çıkar. Binler istibdat
hükmüne dönecek, yani hürriyet ölecek, bir istibdad-ı
mutlak çıkacak.”
Hatta bu meselede üstadımız idam için kurulan di-
van-ı Harb-i örfîde demiş ki:
mes’ul olmak:
sorumlu tutulmak.
mesele:
konu, sorun.
muallim:
öğretmen.
muarız:
muhalefet eden, karşı çı-
kan, muhalif.
muhalif:
zıt, karşıt.
müstebit:
diktatör, zulüm ve bas-
kı yapan; başkasının hukukunu
elinden alan.
nam:
ad, isim.
nevi:
çeşit, tür.
nutuk:
büyük topluluklara yapılan
konuşma.
saniyen:
ikincisi.
sena etmek:
överek bahsetmek,
övmek.
şahıs:
kişi, kimse, fert.
şeriat:
Allah tarafından peygam-
ber vasıtasıyla bildirilen, İlâhî emir
ve yasaklara dayanan hükümlerin
hepsi.
şiddetli:
büyük
şüphe:
tereddüt, kuşku.
takdir etmek:
beğenmek, beğen-
diğini belirtmek.
tevil:
yorumlama, yorum.
üstat:
muallim, usta; Said Nursî
cinayet:
cana kıyma, kàtil ve-
ya bu derecede ağır bir suç.
cüz’î:
küçük.
daima:
sürekli.
davet etmek:
çağırmak.
divan-i Harb-i örfî:
31 Mart
Vak’asından sonra kurulan
mahkeme.
düstur:
kanun, kaide.
elcevap:
cevap olarak.
evvelâ:
birinci olarak, her şey-
den önce, ilk önce.
hakikat-i hâl:
durumun ger-
çek yönü, işin aslı.
hücum etmek:
saldırmak.
hükmüne:
yerine.
hürriyet-i şer’iye:
İslâmiyet’in
öngördüğü hürriyet.
hürriyet:
serbestiyet, özgür-
lük.
hüsnüzan:
bir kimse veya
mesele hakkında güzel dü-
şünceye sahip olma; müspet
düşünme.
idam:
yok etme.
inkısam etmek:
kısımlara ay-
rılarak yayılmak.
istibdad-ı küllî:
büyük her şe-
yi kapsayan zulüm, baskı.
istibdad-ı mutlak:
tam bir is-
tibdat
istibdat:
kanuna ve nizama
tâbi olmayan, keyfî, baskıcı
yönetim; zulüm ve tahakküm.
kaide-i kur’âniye:
Kur’ân’ın
kuralı.
kanun-i esasî:
ana prensipler,
ana esaslar.
kıymet:
değer.
kıymettar:
değerli.
kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve
suresinde sayısız hikmet ve
faydalar bulunan Kur’ân.
mecburî:
zorunlu olarak.
mecburiyetle:
zorunlu olarak.
Eski said dönEmi EsErlEri
| 307 |
m
ünazaraT