(1)
o
¬n
fÉn
ër
Ño
°S /
¬p
ª°r
SÉp
H
Aziz kardeşlerim,
eski said’in matbu eski eserlerinden birisi elime geçti.
Merak ve dikkatle baktım. Bu gelen fıkra kalbe geldi.
Münasipse
mektubat
ahirinde yazılsın.
evvelâ
: Hürriyetin üçüncü senesinde, aşairler arasında
meşrutiyet-i meşruayı aşaire tam bildirmek ve kabul et-
tirmek için ertuş aşairi içinde, hususan küdan ve Mâme-
huran’a verdiği ders. Ve bin üç yüz yirmi dokuzda Mat-
baa-i ebuzziyada tab edilen kırk bir sene evvel tab edil-
miş; fakat, maatteessüf yirmi otuz seneden beri arıyor-
dum, bulamamıştım. Bu defa birisi bir nüsha bulup bana
göndermiş. Ben de eski said kafasını alıp ve Yeni sa-
id’in sünuhatıyla, dikkatle mütalâa ettim. Anladım ki, es-
ki said acip bir hiss-i kablelvuku ile, otuz kırk sene son-
ra şimdi vukua gelen vukuat-ı maddiye ve maneviyeyi
hissetmiş. Ve bedevî ekrad aşairi perdesi arkasında bu
zamanın medenî perdesini kendilerine maske yapan ve
vatanperverlik perdesi altında dinsiz ve hakikî bedevî ve
hakikî mürteci, yani, bu milleti İslâmiyet’ten evvelki âdet-
lerine sevk eden hainleri görmüş gibi, onlarla konuşup
başlarına vuruyor.
Saniyen
: o matbu eserin yüz beşinci sayfasından tâ
yüz dokuza kadar parçaya dikkatle baktım. o zamanda
aşaire ders verdiğim o sualler ve cevaplar vaktinde mü-
him bir velî, içlerinde bulunuyormuş. Benim de haberim
yok. o makamda şiddetli itiraz etti, dedi:
münasip:
uygun.
mürteci:
geri dönen, irtica eden;
gerilik, geriye dönme taraftarı.
mütalâa etmek:
incelemek.
nüsha:
yazılı metin.
saniyen:
ikincisi.
sevk etmek:
önüne katıp sürmek,
yöneltmek.
sual:
soru.
sünuhat:
akla gelen, içe doğan
şeyler.
tab etmek:
basma, baskı.
vakit:
zaman.
velî:
Allah’ın sevgisine, himayesi-
ne kavuşmuş, ermiş kimseler, Al-
lah dostu, evliya.
vukua gelmek:
olmak, meydana
gelmek.
vukuat-i maddiye:
görülen olay.
acip:
hayret veren, hayrette
bırakan.
âdet:
alışkanlık.
ahir:
son.
aşair:
aşiretler, kabileler.
aziz:
yüce.
bedevî:
göçebe; çölde yaşa-
yan.
Ekrad:
Kürdler.
evvel:
önce.
evvelâ:
birinci olarak, her şey-
den önce, ilk önce.
fıkra:
yazıda bir bahis; parag-
raf; kısa haber; küçük hikâye.
hain:
ihanet eden.
hakikî:
gerçek.
hiss-i kablelvuku:
bir şeyi ol-
madan önce hissetmek; önse-
zi.
hissetmek:
sezmek.
hususan:
özellikle.
hürriyet:
1908 de II. Meşruti-
yetin ilânı ile birlikte gerçekle-
şen yeni sistemin halk arasın-
daki adı.
itiraz etmek:
kabul etmediği-
ni belirtmek, karşı çıkmak.
maatteessüf:
ne yazık ki, üzü-
lerek belirteyim ki.
makam:
mevki, yer.
maneviye:
manaya yönelik.
matbu:
basılmış.
medenî:
uygar, medenîleşmiş.
meşrutiyet-i meşrua:
dine
uygun meşrutiyet.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
Eski said dönEmi EsErlEri
| 301 |
m
ünazaraT
1.
Her türlü kusur ve noksandan münezzeh olan Allah’ın adıyla.