Eski Saîd Dönemi Eserleri - page 296

Sual:
“neden?”
Cevap:
Ademin kabahatine vücut vermek kadar ah-
maklıktır.
Sual:
“ne demek?”
Cevap:
Bir zatta ilim, adem-i hilim ile iktiranı cihetiy-
le, adem-i hilimden neş’et eden kabahatiyle ilmi mah-
kûm etmek ne derece eblehliktir; öyle de, İslâm’ın kud-
siyetini daima telkin eden ve ahkâm-ı diniyeyi iktidarla-
rınca tebliğ eden ve şimdi millet-i İslâmiye mabeyninde
en ziyade hürmet ve muhabbet ve merhamete müstahak
olan bîçare ulemayı, zamana yakışacak ulemanın adem-i
vücudundan neş’et eden kabahati ve günahı ile mahkûm
etmek ve o kabahat ve o günahı o bîçarelere hamlet-
mek, ahmaklık değildir de, ya nedir?
evet, vücutlarından zarar gelmemiş, istediğimiz ule-
manın ademinden gelmiştir. zira, zekiler galiben mekte-
be gittiler. zenginler, medresenin maişetine tenezzül et-
mediler; medrese de, intizam ve tefeyyüz ve mahreç bu-
lunmadığından, zamana göre ulemayı yetiştiremedi. sa-
kınınız; ulemaya buğzetmek bir hatardır!
(HaşİYe)
Sual:
“niyeti halis olanlar azdır. senin niyetin halis
olsa muvaffak olacaksın, niyetine bak?”
HaşİYe:
ey ehl-i medaris! Me’yus olmayınız! Şimdi ilim ve fen hâkimdir.
Her nev’iyle teâlî edecek; en âlâsı, en âlî tabakaya çıkacak.
adem-i hilim:
vakarsızlık, yumu-
şaklığın olmayışı; sert mizaç.
adem-i vücut:
varlığın olmaması.
adem:
yokluk, hiçlik.
ahkâm-i diniye:
dinin hükümleri.
ahmak:
pek akılsız olan, sersem,
budala.
âlâ:
üstün, yüce, çok yüksek, kıy-
metli.
âlî:
yüce, yüksek.
bîçare:
çaresiz.
buğzetmek:
kin, husumet göster-
mek, sevmemek.
cihet:
yön.
daima:
sürekli.
ebleh:
ahmak, budala, aptal.
ehl-i medaris:
medrese ehli.
fen:
uygulamalı bilim.
galiben:
çoğunlukla, ekseriyetle.
günah:
Allah’ın emirlerine aykırı
davranış, uygunsuz fiil, dinî suç.
hâkim:
hükmeden.
halis:
saf, samimî.
hamletmek:
yüklemek.
haşiye:
dipnot.
hatar:
tehlike, zarar.
hürmet:
riayet, ihtiram.
iktidar:
güç yetme, yapabilme.
iktiranı:
birbirine yakın ve bera-
ber olma, iki şeyin bir arada bu-
lunması.
ilim:
bilme, bilgi.
intizam:
düzgünlük, tertipli olma.
kabahat:
suç, kusur.
kudsiyet:
kusur ve noksanlıktan
uzak oluş, kutsallık.
mabeyn:
ara.
mahkûm etmek:
suçlamak.
mahkûm:
hükümlü, suçlu.
mahreç:
ilim alanında yüksek
bir rütbe.
maişet:
yaşayış, yaşamak için
lüzumlu bulunan maddeler.
me’yus :
ümitsiz, ye’se düş-
müş, ümidi kesilmiş, kederli.
medrese:
din ilimlerinin oku-
tulduğu yer.
mektep:
fen ilimlerinin öğre-
tildiği okul.
merhamet:
acımak, şefkat
göstermek
millet-i islâmiye:
Müslüman-
lar.
muhabbet:
sevgi, sevme.
muvaffak olmak:
becermek,
neticeye varmak, sonuç al-
mak.
müstahak:
lâyık.
neş’et etmek:
meydana gel-
mek, oluşmak, çıkmak.
nev’:
tür.
niyet:
bir işi yapmayı önceden
düşünme; maksat.
sual:
soru.
tabaka:
kat, katman.
teâlî etmek:
yükselmek, yü-
celmek, çok yüce olmak.
tebliğ etmek:
ulaştırmak, bil-
dirmek.
tefeyyüz:
feyiz alma, feyizlen-
me; bereketlenme, ilerleme,
bollaşma, ilim, irfan ve manevî
zenginlik kazanma.
telkin etmek:
fikir aşılamak,
zihinde yer ettirmek.
tenezzül etmek:
kendine ay-
kırı gördüğü bir işi veya duru-
mu kabul etmek.
ulema:
âlimler, bilginler.
vücut:
var olma, varlık.
zarar:
ziyan, kayıp, eksiklik.
zat:
kişi.
ziyade:
pek fazla.
m
ünazaraT
| 296 |
Eski said dönEmi EsErlEri
1...,286,287,288,289,290,291,292,293,294,295 297,298,299,300,301,302,303,304,305,306,...790
Powered by FlippingBook