i k i nc i s i
: ekalliyette kalan kavil, eğer içindeki hakikat
ve mağz, onu intihap eden istidatlardaki heves ve heva
ve mevrus-i âyineye ve mizacına galebe çalmazsa, o ka-
vil bir hatar-ı azîmde kalır. zira, istidat onunla insibağ
edip onun muktezasına inkılâp etmek lâzım iken, o, onu
kendine çevirir ve telkih eder, kendi emrine musahhar
eder. İşte şu noktada, hüda hevaya tahavvül; ve mezhep
dahi mizaçtan teşerrüp eder. Arı su içer, bal akıtır; yılan
su içer, zehir döker.
Sual:
“Acaba kâinatta, şu meclis-i âlî-i İslâmî, şu ser-
gerdan küre şehrinde bir intizamı daha bulamayacak mı-
dır?”
Cevap:
İman ederim ki; umum âlem-i İslâmî, millet-i
insaniyede ve Âdem kavminde bir meclis-i mebusan-ı
mukaddese hükmüne geçecektir. selef ve halef, asırlar
üzerinde birbirine bakıp, mabeynlerinde bir encümen-i
şûra teşkil edeceklerdir. Fakat, birinci kısım olan ihtiyar
babalar, sâkitâne ve sitayişkârâne dinleyeceklerdir.
Sual:
(HaşİYe)
“taaddüd-i zevcat, esir ve köle gibi bazı
mesaili, bazı ecnebiler serrişte ederek, medeniyet nokta-i
nazarında şeriata bazı evham ve şübehatı irad ediyorlar.”
Cevap:
Şimdilik mücmelen bir kaide söyleyeceğim,
tafsilini müstakil bir risale ile beyan etmek fikrindeyim.
İşte, İslâmiyet’in ahkâmı iki kısımdır:
HaşİYe:
Bir Arnavut tarafından vuku bulan sualdir.
âdem:
ilk insan.
ahkâmı:
emirler, hükümler, buy-
ruklar.
âlem-i islâm:
İslâm âlemi, İslâm
dünyası.
asır:
yüzyıl, asır.
beyan etmek:
açıklamak, bildir-
mek, izah etmek.
ecnebi:
yabancı.
ekalliyet:
azınlık.
encümen-i şûra:
danışma istişare
meclisi.
evham:
vehimler, kuşkular.
fikir:
düşünce.
galebe çalmak:
yenmek, üstün
gelmek.
hakikat:
gerçek.
halef:
torun.
haşiye:
dipnot.
hatar-i azîm:
büyük zarar.
heva:
istek, heves, nefsin arzusu.
heves:
istek ve arzular.
hüda:
doğruluk, hidayet.
hükmüne:
yerine.
ihtiyar:
yaşlı.
iman:
inanç.
inkılâp etmek:
bir hâlden diğer bir
hâle geçirmek, dönüştürmek.
insibağ:
boyanma, boya tutma.
intihap etmek:
seçmek, tercih et-
mek.
intizamı:
düzgünlük, tertipli olma.
irad etmek:
söylemek, getirmek.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
kaide:
kural, esas, düstur.
kâinat:
dünya, varlıklar.
kavil:
görüş.
kavim:
insan topluluğu; millet.
lâzım:
gerekli.
mabeyn:
ara.
mağz:
öz, iç.
meclis-i âli-i islâmî:
yüce İslâm
topluluğu.
meclis-i mebusan-ı mukaddese:
insanlığın kutsal temsilcisi
medeniyet:
medenîlik, uygarlık.
mesail:
meseleler, problemler.
mevrus-i
âyine:
aynadan
yansıyan, tevarüs eden.
mezhep:
gidilen, tutulan, takip
edilen yol.
millet-i insaniye:
insan milleti.
mizaç:
huy, karakter.
mukteza:
iktiza eden, gereken.
musahhar:
boyun eğen, emir altı-
na giren, istenilen hâle konul-
muş.
mücmel:
özetlenmiş.
müstakil:
bağımsız, başlı başı-
na.
nokta-i nazarı:
bakış açısı, gö-
rüş.
nokta:
konu, konu ile ilgili
önemli bölüm.
risale:
kitap.
sâkitâne:
susarak, suskun,
sessizce.
selef:
ata, dede.
sergerdan:
başı dönmüş, ser-
sem, şaşkın; perişan; hayran.
serrişte etmek:
başa kakmak.
sitayişkârâne:
överek, met-
hederek.
sual:
soru.
şeriat:
Allah tarafından pey-
gamber vasıtasıyla bildirilen,
İlâhî emir ve yasaklara daya-
nan hükümlerin hepsi.
şübehat:
şüpheler, vesveseler.
taaddüd-i zevcat:
birden fazla
kadınla evlenebilme.
tafsil:
etraflıca bildirme, uzun
uzadıya anlatma, açıklama.
tahavvül:
değişme, dönüşme,
başkalaşma.
telkih:
aşılama.
teşerrüp etmek:
içmek.
teşkil etmek:
meydana getir-
mek.
umum:
bütün, genel.
vuku bulmak:
olmak, meyda-
na gelmek.
zehir:
ağu, sem, öldürücü
madde.
zira:
çünkü.
m
ünazaraT
| 286 |
Eski said dönEmi EsErlEri