Sual:
p
AÉn
æn
e o
G p
?n
?°s
ùdG?p
a p
á s
«°p
ür
îs
°ûdG p
äÉn
fÉn
°ùr
Mp
’r
G»p
a o
?ƒo
?n
JÉn
e
o
ás
«°p
Sƒo
Ñn
©r
dG p
âs
?n
én
J Én
¡p
Mn
Ó°n
Un
h p
án
dr
hs
ódG p
±ƒo
«°o
Sn
h Én
¡p
FGn
ón
°To
Qn
h p
ás
eo
’r
G
(1)
k
In
Ò/
©n
°T o
¿p
RGn
ƒo
j n
’ m
ôr
©p
°ûp
d n
Ò/
fÉn
fn
O p
In
ô°r
ûn
Y p
AGn
ór
gp
Ép
H Én
¡p
ep
QÉn
µ n
ªp
H
Cevap:
(HaşİYe)
r
äs
ôn
ér
fGp
ón
b Én
¡u
ædÉp
H Én
¡s
`fn
G n
™n
e ...p
¬«/
a Én
e p
¬«/
a
p
ás
`«u
?p
ªr
dG o
§r
«n
N o
ôr
©°u
ûdG o
¬n
en
ón
N i/
òs
dG n
¿
É°n
ùu
?dG s
¿n
’p
p
ás
?p
ªr
dGn
h p
´r
ƒs
ædG n
‹p
G
n
ín
àn
an
h p
ás
«`u
?p
ªr
dG p
êÉn
«p
àr
Mp
G r
øn
Y n
?n
°ûn
c
i/
òs
dG n
ƒg n
¿Én
es
õdG n
ò'
g s
¿n
G n
™n
e
(2)
/
‹Én
©r
dG p
ó°n
ür
?n
ªr
dG Gn
ò'
¡p
d n
ÜÉn
Ñr
dG
Sual:
“Mütegallip başlar, kendi kendilerine düştüler.
zulmün kapısı, onların yüzlerine karşı kapatıldı. düşen-
lere ayak vurulmaz. sekeratta olanları bırak kendi hâli-
ne, sekeratını tamam etsin.”
Cevap:
İsterim ki, meşrutiyet ve hürriyet-i şer’iyenin
sünnetini onlara ezber ettireyim.
eğer ölmedilerse, temessül etsinler. evet, yalnız istib-
dadın kuvveti ile terbiye olan başlar, bilistihkak düştüler.
lâkin, içlerinde gayet hamiyetli adamlar var, onlara te-
şekkür ederiz; bazı mütekâsil var, onlardan şikâyet ede-
riz; bazı mütehayyir, mütereddit var, onları irşat etmek
istibdat:
kanuna ve nizama tâbi
olmayan, keyfî, baskıcı yönetim;
zulüm ve tahakküm.
itibarıyla:
yönüyle, bakımından.
lâkin:
fakat.
lisan:
dil.
meşrutiyet:
bir hükümdarın baş-
kanlığı altındaki millet meclisi ile
idare edilen devlet sistemi.
mevzuun:
konunun.
milliyet:
milleti meydana getiren
unsurlar.
mütegallip:
galebe eden, zorba;
alçakçasına, alçak olana yakışır şe-
kilde; hâkim olan.
mütehayyir:
hayrete düşen, şaşı-
ran.
mütekâsil:
üşenen, üşengeç, tem-
bel.
mütereddit:
iki şey arasında gidip
gelen, kararsız olan, tereddütte
kalan.
netice:
sonuç.
nev:
tür.
salih:
dinin emir ve yasaklarına
uygun hareket eden, Allah’ın sev-
gili kulu.
sekerat:
ölmek üzere olan bir kişi-
nin kendinden geçmesi.
sual:
soru.
sünnet:
gerekli olan şeyler.
temessül etmek:
bir şeyin bir yer-
de suret ve mahiyetini aksettir-
mesi, benzeşme, cisimleşme, şe-
killenme.
terbiye:
eğitme, yol gösterme.
teşekkür etmek:
yapılan bir iyilik
karşısında minnet, memnuniyet
ve şükür ifade etme, şükretme.
ümmet:
hak dine davet etmek
için Allah tarafından kendilerine
peygamber gönderilen ve bu pey-
gambere inanıp bağlanan cemaat,
topluluk.
üslûp:
tarz, şekil.
zulüm:
haksızlık, eziyet.
bilistihkak:
lâyıkıyla, liyakati
olarak, hakkıyla, hak ederek.
cömertlik:
eli açıklık.
emin:
güvenilen, emniyet edi-
len.
gaye:
amaç, maksat.
gayet:
son derece.
hâl:
durum.
hamiyet:
gayret.
haşiye:
dipnot.
hizmet:
bir uğurda bir işin ya-
pılması için çalışma.
hürriyet-i şer’iye:
dinî hürri-
yet.
ibare:
bir fikri anlatan bir veya
birkaç cümlecik yazı.
ihsan:
bağışlama, ikram etme,
lütuf.
ihtiyaç:
gerekli şeyler.
irşat etmek:
doğru yola yö-
neltmek, aydınlatmak.
HaşİYe:
Şu ibare, kendine hediye olunan ve mevzuun fabrikasından çıkan
yerli bir üslûbu giymiştir.
Eski said dönEmi EsErlEri
| 277 |
m
ünazaraT
1.
Ümmetin eminleri, doğru yolda olanları, devletin kılıçları ve düzgün gitmesinin sebepleri
olan salih geçmişlerimiz arasında yapılan şahsî ihsanlar için ne diyorsun? Bir arpa tanesine
değmeyen bir şiir için on altının verilmesindeki cömertliğin yüzü çirkin görünüyor.
2.
O öyle olmakla birlikte, netice itibarıyla, o ihsanlar yine nev’e ve millete mal olmuştur. Çün-
kü şiirin hizmet ettiği lisan, milliyetin ipidir. Üstelik bu zaman, milliyete olan ihtiyacı ortaya
çıkarmış ve bu yüce gayeye kapı açmıştır.