Cevap:
öyleyse size şöyle bir hitap etmek hakkımdır:
ey divaneler! İşitmediniz mi, anlamamış mısınız ki,
(1)
l
In
ƒr
Np
G n
¿ƒo
æp
erD
ƒo
ªr
dG Én
ªs
fp
G
bir namus-i İlâhîdir; veya körleşmiş
misiniz ki, görmüyor musunuz ki,
(2)
/
¬p
°ùr
Øn
æp
d t
Öp
ëo
j Én
e p
¬«p
Nn
’ p
s
Öp
ëo
j »
s
à`n
M r
ºo
co
ón
Mn
G o
øp
er
D
ƒo
j n
’
bir düstur-i nebevîdir. Acaba şu sıdk ve kizb mabeyninde
mütereddit olan inkâr meselesi, nasıl oldu şu iki esas-ı
azîm ve metîne nâsih olabildi? Bu inkâr meselesi doğru
olsun; Allah’ın kelâmı değil ki, mensuh olmasın. İşte, za-
man onu nesheder. zararı faydasına galebesi, neshine
fetva verir. Mensuh ile amel caiz değildir.
Sual:
“Belki birbirleriyle adavetleri, birbirinden gör-
dükleri nameşru bazı ef’al içindir.”
Cevap:
Acaba ne cihetle, ne insafla, ne suretle, süp-
han dağı kadar ağır ve büyük olan iman ve İslâmiyet ve
insaniyet ve cinsiyet sebebiyle hâsıl olan muhabbet, şöy-
le çocuğun bahanesiyle bazı nameşru harekât vesilesin-
den mütehassıl olan adavete karşı hafif ve mağlûp ol-
muştur? evet, muhabbeti iktiza eden İslâmiyet ve insani-
yet, Cebel-i Uhud gibidir; adaveti intaç eden esbap, ba-
zı küçük çakıl taşları gibidir. Muhabbeti adavete mağlûp
ettiren adam, nazar-ı hakikatte Cebel-i Uhud’u bir çakıl
taşından aşağı derecesine indirmek kadar ahmakane ha-
reket etmiştir. Adavetle muhabbet, ziya ile zulmet gibi iç-
tima edemez. Adavet galebe çalsa, muhabbet mümâşa-
ta inkılâp eder; muhabbet galebe çalsa, adavet terahhum
konuşma.
içtima etmek:
toplanmak, bir ara-
ya gelmek.
iktiza etmek:
gerekmek, gerekli-
lik.
iman:
inanç.
inkâr:
reddetme, inanmama.
inkılâp:
bir hâlden diğer bir hâle
geçme.
insaf:
hakkı gözeterek bakmak.
insaniyet:
insanlık.
intaç etmek:
netice vermek, do-
ğurmak.
islâmiyet:
Müslümanlık.
kelâm:
söz, konuşma.
kizb:
yalan; yalan söyleme.
mabeyn:
ara.
mağlûp:
yenilen, kaybeden.
mensuh:
hükmü kaldırılmış, hü-
kümsüz kalmış, nesholmuş.
mesele:
konu, sorun.
metin:
güçlü, sağlam, dayanıklı.
muhabbet:
sevgi, sevme.
mü’min:
iman eden, inanan.
mümâşat:
gösteriş, riya; maslahat
icabı hoş geçinmek.
mütehassıl:
hâsıl olan, meydana
gelen.
mütereddit:
iki şey arasında gidip
gelen, kararsız olan, tereddütte
kalan.
nameşru:
dine uygun ve helâl ol-
mayan; kanunsuz, uygunsuz.
namus-i ilâhî:
Allah’ın koyduğu
kanun.
nasih:
iptal eden, hükümden kal-
dıran.
nazar-ı hakikat:
gerçek fikir.
neshetmek:
hükmünü kaldırmak.
nesih:
kaldırmak.
sıdk:
doğruluk, gerçeklik; kalb te-
mizliği.
sual:
soru.
suret:
biçim, şekil.
terahhum:
acıma, merhamet et-
me, şefkatte bulunma.
vesile:
bahane, sebep.
Zararı:
ziyan, kayıp, eksiklik.
ziya:
ışık.
zulmet:
karanlık.
adavet:
düşmanlık.
ahmakane:
ahmakçasına, ah-
mak olana yakışır şekilde, akıl-
sızca.
amel:
iş, fiil, eylem.
bahane:
sebep.
caiz:
dinen yapılmasında sa-
kınca olmayan, mübah olan fiil
ve davranışlar; olabilir, olur.
Cebel-i Uhud:
Uhud dağı.
cihet:
yön.
cinsiyet:
aynı cinsten oluş.
divane:
deli.
düstur-i nebevî:
peygambe-
rin bildirdiği kural.
ef’al:
işler, ameller.
esas-i azîm:
büyük temel.
esbap:
sebepler.
fayda:
kâr.
fetva :
olur.
galebe çalmak:
yenmek, üs-
tün gelmek.
galebe:
yenme, üstünlük.
harekât:
hareketler, davranış-
lar.
hareket etmek:
davranmak.
hâsıl:
meydana gelen, çıkan,
husule gelen.
hitap etmek:
söz söyleme,
topluluğa veya birisine karşı
Eski said dönEmi EsErlEri
| 283 |
m
ünazaraT
1.
Mü’minler ancak kardeştirler. (Hucurat Suresi: 10.)
2.
Biriniz, kendisi için istediği şeyi kardeşi için de istemedikçe tam iman etmiş olmaz.” (Müs-
lim, İman: 71; Buharî, İman: 7.)