Eski Saîd Dönemi Eserleri - page 275

sayılır. Meselâ, şu mecliste olan adamlar birbiriyle bağlı
olursa, birisi kendisini çamura atsa, arkadaşlarını ya be-
raber düşürecek veya tahrik ile taciz edecek. Binaena-
leyh, şimdi bir günah “bir”likte kalmaz, bine çıkar; bir
hayır,
(1)
m
ás
Ñ`n
M o
áFn
Ép
e m
án
?o
Ñr
æo
°S u
?o
c »/
a n
?p
HÉn
æn
°S n
™r
Ñ°n
S r
ân
àn
Ñr
fn
G m
ás
Ñ`n
M p
?n
ãn
ªn
c
hükmüne geçer.
İşte şu nüktedir ki, ya fikren veya ruhen uyanmışlara
ağlamaya hâhiş vermiştir. Bir bahane ile ağlarlar, tövbe-
kâr olurlar. lâkin, minare başında olan akıl, kalîb-i kalb
dibinde bulunan sebebini iyi göremiyor.
elhâsıl, İslâm uyandı ve uyanıyor.
(HaşİYe 1)
Fenalığı fe-
na, iyiliği iyi olarak gördüler. evet, şu dereler aşairini
tövbekâr eden işte bu sırdır. Hem de bütün İslâm yavaş
yavaş bu istidadı almakta ve kesb etmektedir. lâkin, siz-
ler bedevî olduğunuzdan ve fıtrat-ı asliyeniz oldukça bo-
zulmamış olduğundan, İslâmiyet’in kudsî milliyetine da-
ha yakınsınız.
Sual:
(HaşİYe 2)
“Misafirperverlik müstahsen bir âdeti-
miz olduğunu bilirken, neden kimseye misafir olmuyor-
sun. talebelerinizi de, ekmeğimizi yemekten, hediyemi-
zi almaktan menediyorsun. Hâlbuki, size iyilik etmek
borcumuzdur; ve hakkınızdır.
kısmı, kalbin dibi.
kesb etmek.:
kazanmak.
kudsî:
mukaddes, kutlu.
lâkin:
fakat.
mana:
anlam.
menetmek:
engel olmak.
meselâ:
misal olarak.
milliyet:
millî hususlar.
misafirperver:
misafirden hoşla-
nır.
müstahsen:
güzel görülen.
nükte:
ince ve derin anlam.
ruhen:
mana bakımından.
sır:
gerçek.
sual:
soru.
taciz etmek:
rahatsız etmek, sı-
kıntı vermek, incitmek.
tahrik:
hareket geçmeye sebep.
talebe:
öğrenci.
tasdik etmek:
doğrulamak, onay-
lamak.
tövbekâr:
tövbe eden, tövbe edi-
ci.
âdet:
alışkanlık.
aşair:
aşiretler, kabileler.
bahane:
sebep.
Bakara:
Kur’ân-ı Kerîm’in 2.
suresi. Medine-i Münevvere’de
nazil olmuştur. 286 ayettir.
bedevî:
göçebe; çölde yaşa-
yan.
binaenaleyh:
bunun üzerine,
bundan dolayı.
cimnastik:
eksersiz, spor.
dane:
buğday tohumu.
elhâsıl:
kısacası, netice olarak,
özetle.
fena:
kötü.
fenalık:
kötülük.
fıtrat-i asliye:
yaratılıştan ge-
len özellikler.
fikren:
düşünerek, zihnen.
günah:
Allah’ın emirlerine ay-
kırı davranış, uygunsuz fiil, dinî
suç.
hâhiş:
istek arzu.
hâkimiyet:
hâkim oluş, hâkim
olma hâli
hâlbuki:
oysa ki.
haşiye:
dipnot.
hayır:
sevap, iyilik.
hükmüne:
yerine.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
istiklâl:
bağımsızlık, hürriyet.
kâkin:
fakat.
kalîb-i kalb:
kalbin en derin
HaşİYe 1:
evet, kırk beş sene sonra pakistan, Arabistan aşairi dahi hâki-
miyet ve istiklâllerini kazandılar. eski said’i bu derste tasdik ediyorlar ve
daha edecekler.
HaşİYe 2:
Şu birbirinden uzak suallerden senin hayalin atlamakla cim-
nastiğe alışır. lâkin, dikkat et; bir şey ayağına dolaşıp düşürttürüp aya-
ğın kırılmasın. Yani, savcılar gibi yanlış mana verme.
Eski said dönEmi EsErlEri
| 275 |
m
ünazaraT
1.
Bir daneye benzer ki, ondan yedi başak sümbüllenir. Her bir başakta da yüz dane bulunur.
(Bakara Suresi: 261.)
1...,265,266,267,268,269,270,271,272,273,274 276,277,278,279,280,281,282,283,284,285,...790
Powered by FlippingBook