evet, bir şahsın tehevvüsü için, büyük bir daire-i mu-
hita, hareket-i mühimmesinden durdurulmaz.
Sual:
“Çok âlim ve şairler, zamanlarında büyük hâ-
kimleri ifrat ile sena etmişler. Hâlbuki o hâkimlerin ço-
ğuna müstebit nazarıyla bakıyorsun; demek iyi etmemiş-
ler.”
Cevap:
n
?r
«n
c /
‹Én
©n
ªr
dG o
IÉn
æo
H @i'
Qn
OÉn
e p
ôr
©u
°ûdG p
ás
æ°o
S o
?n
Óp
Nn
’ r
ƒn
dn
h
(1)
o
?p
QÉn
µ`n
ªr
dG »n
æ`r
Ñ`o
J
kaidesince, onların niyetleri, ümerayı seyyi-
attan lâtif bir hile ile vazgeçirmek ve onlara hasenat arka-
sında müsabaka için garip bir bahşiş-i şairâneyi ortaya
koymak; lâkin, o bahşiş koca bir milletin sırtından alındı-
ğından, istibdatkârâne hareket etmişlerdir. demek, çen-
dan niyette iyi etmişler, lâkin amelde yanlış gitmişler.
Sual:
“neden?”
Cevap:
zira, kaside ve bazı teliflerinde büyük bir kav-
min mehasinini manen garet edip, bir müstebide verip
ve ondan gösterdiklerinden, şu noktadan, bilmeyerek is-
tibdadı alkışlamışlar.
Sual:
“Biz türkler ve kürdler; bizde kalbimizin dolu-
su, belki cesedimiz mâlâmâl, belki inbisat edip şu dere-
lerde dağ olarak tahaccür etmiş kalemiz olan bir şecaat
vardır. Ve başımızın dolusu zekâvetimiz var. Ve sinemizi
kaide:
kural, esas, düstur.
kaside:
bir şeyi öven şiir.
kavim:
aralarında dil, âdet, örf,
kültür birliği olan insan topluluğu.
lâkin:
fakat, ama.
lâtif:
hoş, güzel.
mâlâmâl:
ağzına kadar dolu.
manen:
duyguca, ruhça, mana iti-
barıyla.
mehasin:
güzellikler, hüsünler, iyi-
likler.
müsabaka:
yarışma.
müstebit:
diktatör, zulüm ve bas-
kı yapan; başkasının hukukunu
elinden alan.
nazar:
bakış, görüş, fikir.
niyet:
bir işi yapmayı önceden dü-
şünme.
sena etmek:
överek bahsetmek,
övmek.
seyyiat:
seyyieler, fenalıklar, kö-
tülükler.
sine:
göğüs; yürek, kalb, gönül.
sual:
soru.
şahıs:
kişi, kimse, fert.
şair:
şiir yazan.
şecaat:
kahramanlık, cesaret.
tahaccür etmek:
taşlaşmak, taş
gibi katılaşmak.
tehevvüs:
heveslenme.
telif:
kitap yazma, eser ortaya
koyma.
tesis etmek:
kurmak, meydana
getirmek.
tesis:
kurma, meydana getirme.
ümera:
emirler, idareciler.
zekâvet:
zekilik; çabuk anlama,
kavrama kabiliyeti.
zira:
çünkü.
ahlâk:
huylar, tabiatlar.
âlim:
çok okumuş, bilen, bilgi-
li, bilgin.
amel:
iş, fiil, eylem.
bahşiş-i şairâne:
şaircesine
verilen bahşiş.
bahşiş:
ikram, hediye.
ceset:
vücut, beden.
çendan:
gerçi,.
daire-i muhita:
kuşatıcı, geniş
daire.
garet etmek:
yağmalamak.
garip:
tuhaf, şaşılacak.
hâkim:
hükmeden, hüküm al-
tında tutan.
hâlbuki:
oysa, oysa ki.
hareket-i mühimme:
önemli
hareket.
hareket:
yaşama, davranma.
hasenat:
iyi ameller, iyi işler,
hayırlar.
hile:
aldatmaya yönelik dü-
zen, desise.
ifrat:
aşırı, aşırılık, haddinden
geçme, pek ileri gitme.
inbisat etmek:
yayılmak, açıl-
mak, genleşmek; ferahlamak.
istibdat:
kanuna ve nizama
tâbi olmayan, keyfî, baskıcı
yönetim; zulüm ve tahakküm.
istibdatkârâne:
zulüm eder-
cesine, hak hukuk tanımaya-
rak.
Eski said dönEmi EsErlEri
| 265 |
m
ünazaraT
1.
Şiir sanatının aracılığı olmasaydı, yüce huyların tesisçileri, yüksek ahlâkın nasıl tesis edile-
ceğini bilemezlerdi.