telsiz telgrafla sizin ile konuşuyorum. ne yapayım, acele
ettim, kışta geldim; sizler cennetâsâ bir baharda gelecek-
siniz. Şimdi ekilen nur tohumları, zemininizde çiçek aça-
caktır. Biz, hizmetimizin ücreti olarak sizden şunu bekli-
yoruz ki: Mazi kıt’asına geçmek için geldiğiniz vakit, me-
zarımıza uğrayınız; o bahar hediyelerinden birkaç tanesi-
ni medresemin
(HaşİYe 1)
mezar taşı denilen ve kemikleri-
mizi misafir eden ve Horhor toprağının kapıcısı olan ka-
lenin başına takınız. kapıcıya tembih edeceğiz; bizi çağı-
rınız. Mezarımızdan
(1)
r
º o
µ
n
d Ék
Ä«/
æn
g
sedasını işiteceksiniz.
(2)
p
? r
«°s
†dG p
?r
«n
W '
¤n
Y p
óp
gÉs
°ûdG n
øp
e r
ƒn
dn
h
Şu zamanın memesinden bizimle süt emmeyen
(3)
ve
gözleri arkada maziye bakan ve tasavvuratları kendileri
gibi hakikatsiz ve ilerileşmiş olan bu çocuklar, varsınlar
şu kitabın
(HaşİYe 2)
hakaikını hayal tevehhüm etsinler. zi-
ra, ben biliyorum ki; şu kitabın mesaili hakikat olarak siz-
de tahakkuk edecektir.
ey Muhataplarım! Ben çok bağırıyorum. zira, asr-ı sa-
lis-i aşrın (yani on üçüncü asrın) minaresinin başında dur-
muşum, sureten medenî ve dinde lâkayt ve fikren mazi-
nin en derin derelerinde olanları camie davet ediyorum.
mezar:
kabir, ölünün gömüldüğü
yer.
muhatap:
kendisine hitap olunan,
söz söylenilen kimse.
müşahede etmek:
gözle görmek,
tespit etmek.
numune:
örnek.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
risale-i nur:
Nur risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
seda:
ses, yankı; bir şeyi açıkça
söylemek.
sureten:
şekil olarak.
tahakkuk etmek:
gerçekleşmek,
delil ile ispat edilmek, kesinleş-
mek.
tasavvurat:
düşünceler, zihinde
şekillendirmeler, kurmalar; göz
önüne getirmeler.
telif etmek:
kitap yazmak, eser
ortaya koymak.
tembih:
uyarma, ikaz.
tevehhüm etmek:
vehimlenme,
kuruntuya kapılmak; gerçekte var
olmayanı var kabul etmek, yok
olanı var zannetmekle ümitsizliğe
ve korkuya düşmek.
vakit:
zaman.
vefat:
ölüm.
velev:
eğer, şayet, her ne kadar,
gerçi.
zemin:
yer.
zira:
çünkü.
asr-ı salis-i aşir:
hicret takvi-
me göre on üçüncü asır.
camie:
cami, namaz İslâmiyet.
cennetâsâ:
cennet gibi.
davet:
çağrı.
fikren:
düşünerek, zihnen.
haber:
ilim, malûmat, bilgi.
hakaik:
hakikatler, gerçekler,
doğrular.
hakikat:
gerçek.
haşiye:
dipnot.
hiss-i kablelvuku:
bir şeyi ol-
madan önce hissetmek; önce-
si.
hükmünde:
değerinde.
ilerileşmiş olmak:
yaşlanmak,
yaşlı olmak, ihtiyarlaşmış ol-
mak
istikbal:
gelecek zaman.
külliyat:
bir şeyin bütünü, bir
şeyin tamamı, hepsi.
lâkayt:
ilgisiz, aldırış etmeyen.
mazi:
geçmiş zaman.
medenî:
uygar, medenî olan.
medrese:
ders okutulan yer.
medresetüzzehra:
Bediüzza-
man’ın doğuda yapılmasını
idarecilere teklif ettiği, fen
ilimleriyle din ilimlerinin birlik-
te okunacağı üniversite.
HaşİYe 1:
Medresetüzzehra’nın Van’daki numunesi olan ve vefat eden
Horhor Medresesinin mezar taşı hükmünde bulunan Van kalesi demek-
tir.
HaşİYe 2:
İstikbalde telif edilecek risale-i nur külliyatını hiss-i kablelvu-
ku ile haber veriyor.
Eski said dönEmi EsErlEri
| 261 |
m
ünazaraT
1.
Ne mutlu sizlere!
2.
Velev misafirin hayali üzerinden yapılan müşahede cinsinden de olsa.
3.
Bazı nüshalarda “emen” şeklindedir.