mezmum ve biri memduh olan tahsil ve kesbde olan ka-
naati ile mahsul ve ücretteki kanaati temyiz etmeyen; ve
birbirinden nihayet derecede baîd, hatta biri tembelliğin
ünvanı, diğeri hakikî ihlâsın sadefi olan iki tevekkülü ki;
biri meşietin muktezası olan esbap arasındaki nizama
karşı temerrüt hükmünde olan tertib-i mukaddemattaki
bir tevekkül-i tembelâne, diğeri İslâmiyet’in muktezası
olan, netice itibarıyla gerdendâde-i tevfik olarak vazife-i
İlâhiyeye karışmamakla terettüb-i neticede mü’minâne
tevekküldür; ikisini birbiriyle iltibas eden ve “ümmetî!
ümmetî!” sırrını teferrüs etmeyen ve
(1)
¢n
SÉs
ædG o
™n
Ør
æn
j r
øn
e p
¢SÉs
ædG o
ôr
«n
N
hikmetini anlamayan bazı
adamlar ve bilmeyen bir kısım vaizlerdir ki, o meyelânı
kırdılar, o şevki de söndürdüler.
ikinci sebep
: Biz, gayr-i tabiî ve tembelliğe müsait ve
gururu okşayan imaret maişetine el atıp belâmızı bulduk.
Sual:
“nasıl.”
Cevap:
Maişet için tarik-ı tabiî ve meşru ve zîhayat,
sanattır, ziraattir, ticarettir; gayr-i tabiî ise, memuriyet ve
her nev’iyle imarettir. Bence imareti, ne nam ile olursa
olsun, medar-ı maişet edenler bir nevi cerrar ve aceze ve
seeledir; fakat hilebaz kısmında… Bence, memuriyete
veya imarete giren, yalnız hamiyet ve hizmet için girme-
lidir. Yoksa, yalnız maişet ve menfaat için girse, bir ne-
vi çingenelik eder.
(HaşİYe)
maişet:
yaşayış, yaşamak için lü-
zumlu bulunan maddeler; ücret.
medar-ı maişet:
geçim kaynağı.
memduh:
övülen, övülmüş.
memuriyet:
memurluk.
menfaat:
fayda, kâr.
meşiet:
dilemek, irade, arzu, mat-
lûp, murat, istek.
meşru:
şeriata uygun, haklı.
meyelân:
meyil gösterme, yönel-
me.
mezmum:
zem olunmuş, yerilmiş;
beğenilmemiş, ayıp.
mukteza:
iktiza eden, gereken.
mü’minâne:
Allah’a güvenerek,
inanan insanın yapması gereken
şekilde.
müsait:
uygun.
nam:
ad, isim.
netice:
sonuç.
nevi:
çeşit, tür.
nihayet:
son, uç.
nizam:
tertiplilik, düzgünlük.
sadef:
sedef, inci kabuğu; kab.
seele:
dilenci, dilenerek geçinen.
sır:
insanın aklının erişemediği İlâ-
hî hikmet.
sual:
soru.
şevk:
şiddetli arzu, aşırı istek ve
heves.
tahsil:
elde etmek.
tarik-i tabiî:
uygun olan yol, usül.
teferrüs:
sezme, anlar gibi olma,
iyice anlama.
temerrüt:
inat etme, karşı koyma,
hakkı kabulde direnmek.
temyiz:
birbirinden ayırma, seç-
me, fark etme; iyiyi kötüden ayır-
ma.
terettüb-i netice:
netice olarak
ortaya çıkma.
tertib-i mukaddemat:
başlangıç-
ta yapılması gerekenler.
tevekkül-i tembelâne:
sebepleri
yerine getirmeden neticeyi Al-
lah’tan beklemek.
tevekkül:
işi Allah’ a bırakıp kade-
re razı olma.
ücret:
karşılık olarak alınan şey.
ünvanı:
ad, isim, lâkap.
vaiz:
nasihat eden; dini konular
üzerine öğütler veren.
vazife-i ilâhî:
Allah’ın yaratma
alanına giren iş.
zîhayat:
hayattar olan.
ziraat:
topraktan ürün elde et-
mek.
aceze:
âcizler, düşkünler, za-
yıflar.
baîd:
çok uzak.
belâ:
musibet, gam, keder,
afet.
cerrar:
dilenci, para toplayan.
esbap:
sebepler.
evvel:
önce.
gayr-i tabiî:
tabiî olmayan, do-
ğal olmayan.
gerdendâde-i tevfik:
İlâhî ira-
deye boyun eğip ona uygun
davranmak.
hakikî:
gerçek.
hamiyet:
din ve millet gibi de-
ğerleri korumak, hizmet etme
duygusu.
haşiye:
dipnot.
hikmet:
her şeyin belirli gaye-
lere yönelik olarak, manalı,
faydalı ve tam yerli yerinde ol-
ması.
hilebaz:
hile yapan, hileci.
hizmet:
bir uğurda bir işin ya-
pılması için çalışma.
hükmünde:
değerinde.
ihlâs:
samimiyet, dürüstlük,
doğruluk.
iltibas etmek:
karıştırmak, yer
değiştirmek.
imaret:
mamur etme, şenlen-
dirme işi.
itibarıyla:
bakımından.
kanaat:
yetinmek, razı olmak.
kesb:
kazanmak.
mahsul:
verim.
HaşİYe:
ey memurlar! eski said’in kırk beş sene evvel söylediği bu sözün-
den gücenmeyiniz.
Eski said dönEmi EsErlEri
| 253 |
m
ünazaraT
1.
İnsanların en hayırlısı, insanlara faydalı olandır. (Feyzü’l-Kadîr, 3:481.)