İşte ey iki hayatın ruhu hükmünde olan, İslâmiyet’i bı-
rakan iki ayaklı mezar-ı müteharrik bedbahtlar! gelen
neslin kapısında durmayınız. Mezar sizi bekliyor; çekili-
niz. tâ ki, hakikat-i İslâmiyeyi hakkıyla kâinat üzerinde
temevvüçsaz edecek olan nesl-i cedit gelsin!..
Sual:
“eskiler bizden âlâ veya bizim gibi; gelenler
bizden daha fena gelecekler?”
Cevap:
(HaşİYe 1)
ey türkler ve kürdler! Acaba şimdi
bir miting yapsam, sizin bin sene evvelki ecdadınızı ve iki
asır sonraki evlâtlarınızı şu gürültühane olan asr-ı hazır
meclisine davet etsem, acaba sağ tarafta saf tutan eski
ecdadınız demeyecekler mi, “Hey mirasyedi yaramaz
çocuklar! netice-i hayatımız siz misiniz? Heyhat! Bizi
akim bir kıyas ettiniz, bizi kısır bıraktınız.”
Hem de, sol tarafında duran ve şehristan-ı istikbalden
gelen evlâtlarınız, sağdaki ecdatlarınızı tasdik ederek de-
meyecekler mi ki: “ey tembel pederler! siz misiniz, ha-
yatımızın suğra ve kübrası? siz misiniz şu şanlı ecdadı-
mızla bizi rapteden rabıtamızın hadd-i evsatı? Heyhat!
ne kadar hakikatsiz ve karıştırıcı ve müşağabeli bir kıyas
oldunuz.”
(HaşİYe 2)
İşte, ey bedevî göçerler
(1)
ve ey inkılâp softaları!
(Haşİ-
Ye 3)
Manzara-i hayal
(HaşİYe 4)
üstünde gördünüz ki, şu bü-
yük mitingde iki taraf da sizi protesto ettiler.
HaşİYe 1:
Antikalığı için bu cevap dahi yazıldı.
HaşİYe 2:
Fenn-i mantığın tabiratı. o zaman ilm-i mantık dersini alan
talebeleri o mecliste bulunmasından, öyle söylemiş.
HaşİYe 3:
sonradan ilâve edilmiştir.
HaşİYe 4:
Hayal dahi bir sinematograftır.
akim:
neticesiz, sonu yok, başarı-
sız.
âlâ:
üstün, yüce, çok yüksek, kıy-
metli.
antikalık:
önemli ve değerli oluş.
asır:
yüzyıl, asır.
asr-ı hazır:
şimdi zaman.
bedbaht:
talihsiz.
bedevî:
göçebe; çölde yaşayan.
davet etmek:
çağırmak.
ecdat:
atalar.
fena:
kötü.
Fenn-i mantık:
mantık, kıyas ilmi.
gürültühane:
gürültülü mekân,
yer.
hadd-i evsatı:
ortadaki çizgi, sınır;
orta yol.
hakikat-i islâmiye:
İslâm gerçeği.
hakikatsiz:
gerçek olmayan, de-
ğersiz.
hakkıyla:
lâyık olduğu şekilde, de-
ğerinde.
haşiye:
dipnot.
heyhat:
eyvah, yazık, ne yazık.
hükmünde:
değerinde.
ilâve:
ek
ilm-i mantık:
mantık, kıyas ilmi.
inkılâp:
bir hâlden diğer bir hâle
geçme; değişim, köklü değişim.
kâinat:
dünya, varlıklar.
kısır:
neticesiz, soysuz.
kıyas etmek:
karşılaştırmak.
kıyas:
karşılaştırma.
kübra:
daha büyük, pek büyük.
manzara-i hayal:
gerçek ol-
mayan görünüş.
mezar-ı müteharrik:
hareket-
li mezar; yürüyen mezar.
mezar:
kabir, ölünün gömül-
düğü yer.
miting:
bir maksat için bir ara-
ya gelmiş büyük topluluk.
müşağabeli:
aldatıcı, kötülük
edici.
nesil:
soy-sop, zürriyet.
nesl-i cedit:
yeni nesil.
netice-i hayat:
hayatın mey-
vesi, sonucu.
protesto etmek:
kınamak.
rabıta:
iki şeyi birbirine bağla-
yan, bağ; ilgi, münasebet.
raptetmek:
bağlamak.
ruh:
cevher, can.
saf:
dizi, sıra.
sinematograf:
hareketli gö-
rüntülerin kaydı ve gösterimi
için kullanılan aygıt; sinema.
softa:
medrese kaçkını.
sual:
soru.
suğra:
daha küçük.
şanlı:
kahraman, şerefli.
şehristan-i istikbalden:
gele-
ceğin şehirleri.
tabirat:
tarifler.
talebe:
öğrenci.
tasdik etmek:
doğrulamak,
onaylamak.
temevvüçsaz etmek:
dalga-
landırmak.
m
ünazaraT
| 262 |
Eski said dönEmi EsErlEri
1.
Başka bir nüshada “Kürdler” şeklindedir.