İşte memuriyet filcümle ve askerlik bilcümle bizde ol-
duğu için, servetimizi israf eline verip, neslimizi etrafa
saçıp zayi ettik. eğer öyle gitse idi, biz de elden giderdik.
İşte onların asker olması, zarurete yakın bir maslahat-ı
mürseledir. Hem de mecburuz. Mesalih-i mürsele ise,
İmam-ı Malik mezhebinde bir illet-i şer’iye olabilir.
Sual:
“Şimdi ermeniler kaymakam ve vali oluyorlar.
nasıl olur?”
Cevap:
saatçi ve makineci ve süpürgeci oldukları gi-
bi. zira, meşrutiyet, hâkimiyet-i millettir; hükûmet hiz-
metkârdır. Meşrutiyet doğru olursa, kaymakam ve vali
reis değiller, belki ücretli hizmetkârdırlar. gayrimüslim,
reis olamaz, fakat hizmetkâr olur. Farz ediniz ki, memu-
riyet bir nevi riyaset ve bir ağalıktır. gayrimüslimlerden
üç bin adamı ağalığımıza, riyasetimize şerik ettiğimiz va-
kitte, millet-i İslâmiyeden aktâr-ı âlemde üç yüz bin ada-
mın riyasetine yol açılıyor. Biri zayi edip, bini kazanan
zarar etmez.
Sual:
“Şeriatın bazı ahkâmı, meselâ valilerin vazife-
lerine taallûku var.”
Cevap:
Bundan sonra, bizzarure, hilâfeti temsil eden,
Meşihat-i İslâmiye ve diyanet dairesi hem âlî, hem mu-
kaddes, hem ayrı, hem nezzare olacaktır. Şimdi hâkim,
şahıs değil, efkâr-ı amme olduğu için, onun nev’inden
şahs-ı manevî bir fetva emini ister. İşte şu hâkimin fetva
ahkâmı:
emirler, hükümler, buy-
ruklar.
aktar-ı âlem:
her taraf, dünyanın
dört bir yanı.
âlî:
yüce, yüksek.
bilcümle:
umumiyetle, tamamen.
bizzarure:
kesinlikle, zarurî olarak,
mecburî olarak.
diyanet:
din işleri.
efkâr-ı amme:
kamuoyu, umu-
mun fikri.
farz etmek:
kabul etmek, say-
mak.
fetva:
İslam’da, bir mesele hak-
kında dinî meselelere tam vakıf
kimseler tarafından verilen şer’î
hüküm veya karar.
filcümle:
hepsi. bütünü.
gayrimüslim:
Müslüman olma-
yan.
hâkim:
hükmeden.
hâkimiyet-i millet:
milletin hâkim
olması, egemenliği.
hilâfet:
halifelik, Peygamberimizin
vekili olarak din ve dünya işlerinde
umumî reislik; Allah adına ve yine
Onun izniyle yaratıklar üzerinde
birtakım tasarruflarda bulunma.
hizmetkâr:
hizmet yapan kimse,
hizmetçi.
hükûmet:
devlet.
illet-i şer’iye:
dinî sebep.
imam-i malik mezhebi:
Malikî
mezhebi
israf:
gereksiz yere harcama, ihti-
yaçtan fazlasını harcama, savur-
ganlık.
maslahat-i mürsele:
şeriatın açık
hükmü olmayan bir meselesinin
yetkili âlimlerce maksada, duru-
ma uygun tarzda çözülmesi.
memuriyet:
memurluk.
mesalih-i mürsele:
şeriatın açık
hükmü olmayan bir meselenin
yetkili âlimlerce maksada, du-
ruma uygun tarzda çözülmesi.
meselâ:
misal olarak.
meşihat-i islâmiye:
şeyhülis-
lâmlık makamı.
meşrutiyet:
bir hükümdarın
başkanlığı altındaki millet
meclisi ile idare edilen devlet
sistemi.
millet-i islâmiye:
İslâm mille-
ti, Müslümanlar.
mukaddes:
takdis edilmiş,
kutsal, aziz, temiz.
nesil:
soy-sop, zürriyet.
nevi:
çeşit, tür.
nezzare:
murakabe eden,
kontrol eden.
reis:
baş, başkan, amir, bir top-
luluğun en üst idarecisi.
riyaset:
reislik, baş olma, baş-
kanlık.
servet:
varlık, mal, mülk.
sual:
soru.
şahs-ı manevî:
belli bir kişi ol-
mayıp bir cemaatten meyda-
na gelen manevî şahıs.
şeriat:
Allah tarafından pey-
gamber vasıtasıyla bildirilen,
İlâhî emir ve yasaklara daya-
nan hükümlerin hepsi.
şerik:
ortak.
taallûk:
ilişiği, ilgisi olma, mü-
nasebet; asılı olma; ait olma.
temsil:
kıyaslayarak benzet-
me.
ücret:
yapılan iş karşılığı öde-
nen bedel, para.
vakitte:
zamanda.
vazife:
görev.
zarar:
ziyan, kayıp, eksiklik.
zaruret:
mecburiyet, çaresiz-
lik.
zayi etmek:
kaybetmek, bo-
şuna vermek.
zira:
çünkü.
m
ünazaraT
| 254 |
Eski said dönEmi EsErlEri