Saniyen
: zaman-ı saadette bir inkılâb-ı azîm-i dinî vü-
cuda geldi. Bütün ezhanı nokta-i dine çevirdiğinden, bü-
tün muhabbet ve adaveti o noktada toplayıp muhabbet
ve adavet ederlerdi. onun için, gayrimüslimlere olan
muhabbetten nifak kokusu geliyordu. lâkin, şimdi âlem-
deki, bir inkılâb-ı acib-i medenî ve dünyevîdir. Bütün ez-
hanı zapt ve bütün ukulü meşgul eden nokta-i medeni-
yet, terakki ve dünyadır. zaten onların ekserîsi, dinlerine
o kadar mukayyet değildirler. Binaenaleyh, onlarla dost
olmamız, medeniyet ve terakkilerini istihsan ile iktibas
etmektir ve her saadet-i dünyeviyenin esası olan asayişi
muhafazadır. İşte şu dostluk, kat’iyen nehy-i kur’ânîde
dâhil değildir.
Sual:
“Bir kısım jön türk der: ‘demeyiniz Hristiyan-
lara, “Hey kâfir!” zira, ehl-i kitaptırlar.’ neden kâfir ola-
na kâfir demeyeceğiz?”
Cevap:
kör adama, “Hey, kör!” demediğiniz gibi.
Çünkü eziyettir; eziyetten nehiy var:
(1)
...És
«`u
ep
P i'
Pn
G r
øn
e
ilâahir.
Saniyen
: kâfirin iki manası vardır: Birisi ve en mü-
tebadiri, dinsiz ve münkir-i sâni demektir. Şu mana ile
ehl-i kitaba ıtlak etmeye hakkımız yoktur. İkincisi, pey-
gamberimizi ve İslâmiyet’i münkir demektir. Şu mana ile
onlara ıtlak etmek hakkımızdır. onlar dahi razıdırlar. lâ-
kin, örfen, evvelki mananın tebadüründen bir kelime-i
tahkir ve eziyet olmuştur.
adavet:
düşmanlık.
âlem:
dünya.
asayiş:
kanun ve nizam hâkimiye-
tinin sağlanması.
binaenaleyh:
bunun üzerine, bun-
dan dolayı.
dâhil:
içeri, iç.
dünyevî:
dünya ile ilgili.
ehl-i kitap:
kitap ehli, kitaplı dinle-
rin mensupları.
esas:
asıl, öz.
evvel:
önce.
ezhan:
zihinler.
eziyet etmek:
zulüm etmek.
gayrimüslim:
Müslüman olma-
yan.
hadis:
Hz. Muhammed’e a.s.m ait
söz, emir.
hasım:
muhalif, karşı taraf, düş-
man.
hasım:
muhalif, karşı taraf, düş-
man.
ıtlak etmek:
affetmek.
iktibas etmek:
alıntı yapmak; biri-
sinden ilmen istifade etmek.
ilâahir:
sonuna kadar.
inkılâb-ı acib-i medenî:
uygar ya-
şayıştaki garip görülmemiş deği-
şiklikler.
inkılâb-ı azîm-i dinî:
büyük dinî
değişiklik.
istihsan etmek:
beğenmek, güzel
bulmak.
Jön Türk:
Batı tarzı yenileşme ta-
raftarı genç Osmanlı.
kâfir:
Allah’ı ve İslamiyeti inkâr
eden, dinsiz.
kat’iyen:
kat’î olarak, kesin olarak.
kelime-i tahkir:
hakaret ifade
eden kelime.
kıyamet:
kâinatın ölümünden
sonra, bütün ölülerin dirilip ayağa
kalkmaları, mahşerde toplanmala-
rı.
lâkin:
ama, fakat.
mana:
anlam.
medeniyet:
medenîlik, uygarlık.
meşgul etmek:
bir işle uğraştır-
mak, iş yaptırmak, oyalamak.
muhabbet:
sevgi, sevme.
muhafaza:
koruma.
mukayyet:
bağlı, kayıtlı, sınırlı.
münkir-i sâni:
Cenab-ı Hakkın
varlığını inkâr eden.
münkir:
Allah’ın varlığını kabul ve
tasdik etmeyen, imansız, dinsiz.
mütebâdir:
ilk akla gelen, birden-
bire akla gelen.
nehiy:
yasak, yasaklama.
nehy-i kur’ânî:
Kur’ân’ın yasakla-
rı.
nifak:
görünüşte Müslüman gibi
davranıp aslında kâfir olma, iki
yüzlülük, münafıklık.
nokta-i din:
din noktası.
nokta-i medeniyet:
medeni-
yet noktası, medeniyetin ko-
nusu.
nokta:
konu.
örfen:
alışıla gelen.
razı:
hoşnut olan, kabul eden.
saadet-i dünyeviye:
dünya ile
ilgili saadet, dünya hayatında-
ki mutluluk, dünya saadeti.
saniyen:
ikincisi.
sual:
soru.
tebâdür:
birdenbire akla gel-
me.
terakki:
yükselme, ilerleme.
ukul:
akıllar.
vücut:
var olma, varlık.
zaman-ı saadet:
Peygamberi-
miz Hz. Muhammed’in a.s.m
yaşadığı zaman dilimine veri-
len ad.
zapt:
sıkı tutma; idaresi altına
alma; anlama, kavrama.
zimmî:
İslâm devleti vatandaşı
olan ve haraç veren Hristiyan-
lar ve Yahudîler.
zira:
çünkü.
m
ünazaraT
| 248 |
Eski said dönEmi EsErlEri
1.
“Kim bir zimmîye eziyet ederse... (ilâahir)” (Kenzü’l-Ummal, 4:10913.) Hadisin tamamı şöyle-
dir: “Kim bir zimmîye eziyet ederse, ben onun hasmıyım. Ve kimin hasmı ben olursam, kı-
yamette onunla hesaplaşırım.”