Cevap:
İki cihet ile.
Birincisi
: Bizde olan istibdat, Asya’nın hürriyetine zul-
manî bir set çekmişti. ziya-i hürriyet o muzlim perdeden
geçemezdi ki, gözleri açsın, kemalâtı göstersin. İşte bu
seddin tahribiyle, fikr-i hürriyet Çin’e kadar yayıldı ve ya-
yılacaktır. Fakat Çin ifrat edip komünist oldu. Âlemdeki
terazinin hürriyet gözü ağır geldiğinden, birdenbire tera-
zinin öteki gözünde olan vahşet ve istibdadı kaldırdı, git
gide kalkacak.
eğer siz sahife-i efkârı okusanız, tarik-ı siyaseti görse-
niz, huteba-i umumî olan doğru konuşan ceraidi dinlese-
niz, anlayacaksınız ki, Arabistan, Hindistan, Cava, Mısır,
kafkas, Afrika ve emsallerinde o derece fikr-i hürriyetin
galeyanıyla âlem-i İslâm’ın efkârında öyle bir tahavvül-i
azîm ve inkılâb-ı acip ve terakki-i fikrî ve teyakkuz-i tam
intaç etmiştir ki, pahasına yüz sene verseydik yine ucuz-
du. zira, hürriyet milliyeti gösterdi; milliyet sadefinde olan
İslâmiyet’in cevher-i nuranîsi tecelliye başladı. İslâmiyet’in
ihtizazını ihbar etti ki, her bir Müslim, cüz-i fert gibi başı-
boş değildir; belki, her biri mürekkebat-ı mütedâhile-i mü-
tesaideden bir cüzdür, sair eczalar ile cazibe-i umumiye-i
İslâmiye noktasında birbirleriyle sıla-i rahimleri vardır.
Şu ihbar, bir kavi ümit verir ki, nokta-i istinat ve
nokta-i istimdat gayet kavi ve metindir. Şu ümit, yeisle
öldürülen kuvve-i maneviyemizi ihya etti. Şu hayat,
âlem-i İslâm’daki galeyan eden fikr-i hürriyetten istimdat
ederek umum âlem-i İslâm üzerine çökmüş olan
âlem-i islâm:
İslâm âlemi, İslâm
dünyası.
alem:
dünya.
cazibe-i umumiye-i islâmiye:
İs-
lâmın herkesi içine alan çekiciliği,
etkileyiciliği.
ceraid:
cerideler, gazeteler.
cevher-i nuranî:
nurlu parlak öz.
cihet:
yön.
cüz-i fert:
bir kişi.
cüz:
parça.
ecza:
parça
efkâr:
fikirler, düşünceler.
emsal:
eş, benzer.
fikr-i hürriyet:
özgürlük, serbest-
lik düşüncesi.
galeyan etmek:
coşmak, çalka-
lanmak.
galeyan:
coşma, çalkalanma.
gayet:
son derece.
hayat:
yaşayış, yaşama.
huteba-i umumî:
umum namına
konuşan.
hürriyet:
serbestiyet, özgürlük.
ifrat etmek:
aşırılık, haddinden
geçmek, pek ileri gitmek.
ihbar etmek:
haber vermek, bil-
dirmek.
ihbar:
haber verme.
ihtizaz:
deprenme, haz duyma, fe-
rahlama, şevk ile meyil ve hare-
ket, harekete geçme, titreşme, tit-
reşim.
ihya etmek:
diriltmek, hayat ver-
mek.
inkılâb-ı acip:
şaşırılacak şekilde
değişim.
intaç etmek:
netice vermek, do-
ğurmak.
istibdat:
kanuna ve nizama tâbi
olmayan, keyfî, baskıcı yönetim;
zulüm ve tahakküm.
istimdat etmek:
yardım almak.
kavi:
kuvvetli, güçlü.
kemalâtı:
iyilikler, kemaller, ol-
gunluklar, mükemmellikler.
komünist:
komünizm taraftarı;
bütün malların ortaklaşa kullanıl-
dığı ve özel mülkiyetin olmadığı
bir toplum yapısı gerçekleştirmek
için ortaya atılan, materyalist
felsefeden temel alan komü-
nizm taraftarı.
kuvve-i maneviye:
manevî
kuvvet, moral.
metin:
güçlü, sağlam, daya-
nıklı.
muzlim:
karanlık verici, karan-
lıklı, siyah, siyahlık.
mürekkebat-i mütedâhile-i
mütesaide:
yükselip artan ve
iç içe giren terkipler, birleşik-
ler.
müslim:
Müslüman.
nokta-i istimdat:
yardım dile-
me noktası.
nokta-i istinat:
dayanak nok-
tası.
pahasına:
karşılık olarak.
sadef:
sedef, inci kabuğu.
sahife-i efkârı:
fikirler sayfası.
sair:
diğer.
set:
engel.
sıla-i rahîm:
münasebet, bağ,
alâka.
tahavvül-i azîm:
büyük deği-
şimler ve hâlden hale geçişler.
tahrip:
harap etme, yıkma,
bozma.
tarik-i siyaset:
siyasî durum,
siyasî yol.
tecelli:
görünme, yansıma.
terakki-i fikrî:
yükselme, ge-
lişme fikri.
teyakkuz-i tam:
tam bir uya-
nıklılık.
umum:
bütün, genel.
vahşet:
yabanî ve vahşî olan
şey, medeniyetin zıddı.
yeis:
ümitsizlik, elem, keder.
ziya-i hürriyet:
hürriyetin ışı-
ğı.
zulmanî:
zulmetli, karanlıkla
ilgili, karanlık olan.
m
ünazaraT
| 242 |
Eski said dönEmi EsErlEri