bozmaya çalışacak.
(HaşİYe)
Şu hâlde, böylelerin fena zan-
nettikleri jön türklerin nazarlarında dahi mel’un, anar-
şist ve iğtişaşçı fırkasından addolunurlar. İstedikleri şey
muhal olduğundan, neticesi ihtilâl ve fesattır.
Sual:
“Belki onlar eski hâli istiyorlar.”
Cevap:
size kısa bir söz söyleyeceğim; ezber edebilir-
siniz. İşte: eski hâl muhal, ya yeni hâl veya izmihlâl.
Sual:
“Acaba daha sultan Hamit gibi padişah tahta
çıkmayacak mıdır? eski hâl olmayacak mıdır?”
Cevap:
Acaba sizin şu siyah çadırınız parça parça
edilip yandırılsa, külü havaya savrulursa, o külden yeni-
den çadır edip içinde oturmak kabil midir.
Sual:
“neden?”
Cevap:
zira, eskiden bin adamdan yalnız onu müte-
nebbih iken, istibdat o dehşetli kuvvetiyle karşısında du-
ramadı, parçalandı. Şimdi, istibdadın kuvveti binden bi-
re indi; tenebbüh ve iltihab-ı ezhan birden bine çıktı.
Sual:
“İstibdat o kadar fena bir şey iken, niçin her-
kes bir çeşit ile onu irtikâp ederdi.”
Cevap:
İçinde tefer’unun lezzet-i menhusesi ve ta-
hakküm ve tehevvüs-i nemrudâne vardı.
istibdat:
kanuna ve nizama tâbi
olmayan, keyfî, baskıcı yönetim;
zulüm ve tahakküm.
izmihlâl:
yok olma, bozulma, peri-
şan olma.
Jön Türk:
batı tarzı yenileşme ta-
raftarı genç Osmanlı.
kabil:
mümkün, ihtimal dairesin-
de.
kemalizm:
Türkiye Cumhuriyeti-
nin resmî ideolojisi.
komünist:
komünizm taraftarı;
bütün malların ortaklaşa kullanıl-
dığı ve özel mülkiyetin olmadığı
bir toplum yapısı gerçekleştirmek
için ortaya atılan, materyalist fel-
sefeden temel alan komünizm ta-
raftarı.
lezzet-i menhuse:
uğursuz, kötü-
lenmiş lezzet.
mana:
anlam.
mel’un:
lânetlenmiş; kovulmuş;
herkesin nefret ettiği kimse, şey-
tan.
muhal:
imkânsız.
mütenebbih:
uyanmış.
nazar:
bakış, görüş.
netice:
sonuç.
padişah:
hükümdar, sultan.
softa:
ilmiye sınıfından bazıları için
alay yollu söylenir.
sual:
soru.
sultan:
hükümdar.
tahakküm:
zorbalık etme, zorla
hükmetme, hükmü altına alma.
taht:
padişah makamı.
tefer’un:
bir çok kollara bölünme,
şubelere ayrılma.
tehevvüs-i nemrudâne:
Nemrut-
çasına istek heves.
tenebbüh:
uyanma; gafletten kur-
tulma, kendine gelme, aklını başı-
na toplama; yeşerme.
zannetmek:
sanmak, yanlış hü-
küm sahibi olmak.
zira:
çünkü.
addolunmak:
sayılmak, kabul
edilmek.
anarşist:
hiçbir düzen ve oto-
rite tanımayan, karışıklık ve
bozgunculuktan yana olan,
ondan fayda uman kimse.
avdeti:
Balkan harbine kadar
dönme diye isimlendirilen bu
cemaat mensupları Selânik
Türklerin elinden çıkınca İstan-
bul’a gelmişler ve Selânik dön-
mesi diye anılmışlardır Ekrem
H. Ayverdi.
dehşetli:
korkutucu; ürkütü-
cü.
dönme:
Sabatay Sevi adlı İs-
banyol Yahudîsi bir hahama
uyarak XVII. yüzyılda müslü-
manlığı kabul eden, Türk halkı
tarafından ise o zamandan be-
ri ayrı bir topluluk hâlinde
kendi âdet ve geleneklerini
devam ettirdiklerine ve eski
dinlerine sâdık kaldıklarına
inanılan bir topluluğa mensup
kimse,
fena:
kötü.
fesat:
bozuk, fenalık; karışık-
lık.
fırka:
grup, parti.
haber:
ilim, malûmat, bilgi.
hâl:
durum, vaziyet, şekil.
hâlde:
durumda.
haşiye:
dipnot.
iğtişaşçı:
kargaşa isteyen,
bozguncu, hilebaz.
ihtilâl:
ayaklanma, devlete is-
yan, bozukluk, karışıklık.
iltihab-ı ezhan:
zihinlerin par-
laması, fikirlerin aydınlanması.
inkılâp:
bir hâlden diğer bir
hâle geçme; değişim, köklü
değişim.
irtikâp etmek:
yapmak; işle-
mek, kötü bir işe girişmek.
HaşİYe:
komünist ve anarşist manasıyla kemalizmi ve inkılâp softalarını
ve dönmelerini görmüş gibi haber veriyor.
Eski said dönEmi EsErlEri
| 233 |
m
ünazaraT