susuzluktan öleceksiniz. Hem de, dilencilik para etmez.
İnsan dilenci olursa, nefsine olsun. Bence merhamet di-
lencileri ya haksız veya tembeldirler. eğer siz insan olsa-
nız, hükûmet ve İstanbul ve türkler nasıl olsalar olsun-
lar, size fenalıkları dokunmaz, fakat iyilikleri gelir.
Sual:
“neden iyilik gelsin, fenalık gelmesin? İkisi ar-
kadaştır.”
Cevap:
Yahu! dedik: Şimdi, hükûmet ve İstanbul çu-
kurda bir havuzdur veya öyle olacaktır. Havuz ise, aşağı-
dadır. Fenalık sakildir, yukarıya yuvarlanmaz –cehaletle
cezbetmemek şartıyla. İyilik nurdur, yukarıya akseder.
Sual:
“dine zarar olmasın, ne olursa olsun?”
Cevap:
İslâmiyet güneş gibidir üflemekle sönmez;
gündüz gibidir, göz yummakla gece olmaz. gözünü ka-
payan, yalnız kendine gece yapar. Hem de, mağlûp bî-
çare bir reise yahut müdahin memurlara veyahut mantık-
sız bir kısım zabitlere itimat edilirse ve dinin himayesi on-
lara bırakılırsa mı daha iyidir? Yoksa efkâr-ı amme-i mil-
letin arkasındaki hissiyat-ı İslâmiyenin madeni olan –her-
kesin kalbindeki şefkat-i imaniye olan– envar-ı İlâhînin
lemaatının içtimalarından ve hamiyet-i İslâmiyenin şera-
rat-ı neyyirânesinin imtizacından hâsıl olan amud-i nura-
nînin ve o seyf-i elmasın hamiyetine bırakılırsa mı daha
iyidir? siz muhakeme ediniz.
aksetmek:
yansımak.
amud-i nuranî:
nurdan sütun.
bîçare:
çaresiz.
cehalet:
bilgisizlik, cahillik.
cezp:
çekme, çekim.
efkâr-ı amme-i millet:
millet ka-
muoyu.
envar-i ilâhî:
İlâhi nurlar, ilâhi
aydınlıklar.
fenalık:
kötülük.
hamiyet-i islâmiye:
İslâmiyeti
müdafaa ve savunma gayreti.
hamiyet:
gayret.
hâsıl:
meydana gelen, çıkan,
husule gelen.
himaye:
koruma, muhafaza
etme.
hissiyat-ı islâmiye:
İslâmiyet-
le ilgili duygular, hisler.
hükûmet:
devlet.
içtima:
toplantı, toplanma.
imtizaç:
kaynaşmak, uygun
ve mutabık olmak, mezcol-
mak, uyuşmak, iyi geçinmek.
islâmiyet:
Müslümanlık.
itimat etmek:
inanmak, gü-
venmek.
lemaat:
parıltılar.
maden:
asıl, esas, kaynak.
mağlûp:
yenilen, kaybeden.
merhamet:
acımak, şefkat
göstermek
muhakeme:
akıl yürütüp doğ-
ru netice elde edebilme, tart-
ma, değerlendirme, yargılama.
müdahin:
dalkavuk, yüze gü-
len.
nefsi:
kendi, şahsı.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
reis:
başkan.
sakil:
ağır; can sıkan, sıkıntılı.
seyf-i elmas:
elmas kılıç.
sual:
soru.
şefkat-i imaniye:
imandan
gelen şefkat.
şerarat-i neyyirâne:
İslâmiye-
tin ulviliği, kuvvet ve hakkani-
yetinden kaynaklanan parlak-
lık.
zabit:
subay, askere kumanda
eden rütbeli asker.
zarar:
ziyan, kayıp, eksiklik.
m
ünazaraT
| 226 |
Eski said dönEmi EsErlEri