tâ Yezit zamanında, bir derece kuvvet bularak, başını
kaldırdığından, İmam Hüseyin Hazretleri hürriyet-i
şer’iye kılıcını çekti, başına havale eyledi. Fakat, ne çare
ki, istibdadın kuvveti olan cehil ve vahşet, cevanib-i
âlemde zeynâb gibi Yezit’in istibdadına kuvvet verdi.
Sual:
“Şimdiki meşrutiyet, istibdat nerede, onların
harekâtı nerede? Hilâfet, saltanat nerede? nasıl tatbik
ediyorsun? Yekdiğerine musafaha ve temas ettiriyorsun,
aralarında karnlar ve asırlar var?”
Cevap:
Meşrutiyetin sırrı, kuvvet kanundadır, şahıs
hiçtir. İstibdadın esası, kuvvet şahısta olur, kanunu ken-
di keyfine tâbi edebilir, hak kuvvetin mağlûbu. Fakat, bu
iki ruh her zamanda birer şekle girer, birer libas giyer.
Bu zamanın modası böyle giydiriyor. zannolunmasın, is-
tibdat galebe ettiği zaman tamamen hükmünü icra et-
miş, meşrutiyet mağlûp olduğu vakit mahvolmuş. kellâ!
kâinatta galib-i mutlak hayır olduğundan, pek çok enva
ve şuubat-ı heyet-i içtimaiyede meşrutiyet hükümferma
olmuştur. Cidal berdevam, harb ise seccaldir.
Sual
“Bazı adam, ‘Şeriata muhaliftir’ diyor?”
Cevap:
ruh-i meşrutiyet, şeriattandır; hayatı da on-
dandır. Fakat ilca-i zaruretle teferruat olabilir, muvakka-
ten muhalif düşsün. Hem de, her ne hâl ki, meşrutiyet
zamanında vücuda gelir; meşrutiyetten neş’et etmesi lâ-
zım gelmez. Hem de, hangi şey vardır ki, her cihetle şe-
riata muvafık olsun; hangi adam var ki, bütün ahvali
kâinat:
yaratılmış olan şeylerin ta-
mamı, bütün âlemler, varlıklar.
kanun:
yasa.
karn:
zaman, devre; bir insanın or-
talama ömrü olan altmış sene;
yüzyıl, asır.
kellâ:
hiç bir zaman, asla, kat’iyen,
kesinlikle.
keyif:
arzu, heves, istek.
kuvvet:
güç, kudret.
lâzım:
gerekli, lüzumlu.
libas:
elbise.
mağlûp:
yenilen, kaybeden.
meşrutiyet:
bir hükümdarın baş-
kanlığı altındaki millet meclisi ile
idare edilen devlet sistemi.
muhalif:
zıt, karşıt.
musafaha:
iki elle yapılan tokalaş-
ma; sevgisini gösterme, kucaklaş-
ma.
muvafık:
uygun olan, uyan, ka-
bullenen.
muvakkaten:
geçici olarak.
neş’et:
meydana gelme, oluşma,
çıkma.
ruh-i meşrutiyet:
Meşrutiyetin ru-
hu, özü.
ruh:
cevher, can.
saltanat:
hükümdarlık.
seccal:
akıp duran, sürüp giden.
sır:
özellik, nitelik.
sual:
soru.
şeriat:
Allah tarafından peygam-
ber vasıtasıyla bildirilen, İlâhî emir
ve yasaklara dayanan hükümlerin
hepsi.
şuubat-ı heyet-i içtimaiye:
sosyal
hayatın çeşitli kısımları, kesimleri.
tâbi:
itaat eden, itaatte bulunan,
bağlanan.
tatbik:
uygulama.
teferruat:
ayrıntılar.
temas ettirmek:
değdirmek, bir-
leştirmek.
vahşet:
yabanî ve vahşî olan şey,
medeniyetin zıddı.
vakit:
zaman.
yekdiğer:
bir diğer.
Yezit:
Hz. Muaviye’nin oğlu olan
Emevîlerin ikinci halifesi.
zan olunmak:
sanmak, kesin ola-
rak bilmeksizin kuvvetli ihtimalle
hükmetmek.
zeynâb:
küçük su akıntılarının her
taraftan gelip toplanarak meyda-
na getirdikleri gölcük, havuz.
ahval:
hâller, durumlar.
asır:
yüzyıl, asır.
berdevam:
devam etmekte
cehil:
cahillik, bilgisizlik.
cevanib-i âlem:
âlemin dört
bir yanı.
cidal:
sözle mücadele, ateşli
konuşma; muharebe; cenk;
kavga, mücadele, çarpışma,
çekişme.
cihet:
yön.
çare:
derman.
enva:
çeşitler, türler, cinsler,
neviler.
esas:
öz, hususiyet, nitelik.
galebe:
yenme, üstünlük.
galib-i mutlak:
nihaî galip, ke-
sin zafer.
hak:
doğru, adalet.
hâl:
zaman.
harekâtı:
hareketler, davra-
nışlar.
harb:
savaş, cenk.
havale eylemek:
yöneltmek,
savurmak, göndermek.
hayatı:
yaşayış, yaşama.
hilâfet:
halifelik, Peygamberi-
mizin vekili olarak din ve dün-
ya işlerinde umumî reislik; Al-
lah adına ve yine Onun izniyle
yaratıklar üzerinde birtakım
tasarruflarda bulunma.
hükmünü icra etmek:
nüfu-
zunu devam ettirmek, etkisini
yürütmek.
hükümferma:
hüküm süren,
hükmünü geçiren.
hürriyet-i şer’iye:
dinî hürri-
yet.
ilca-i zaruret:
zaruretin zorla-
ması.
imam Hüseyin:
Hz. Hüseyin ra
istibdat:
kanuna ve nizama
tâbi olmayan, keyfî, baskıcı
yönetim; zulüm ve tahakküm.
Eski said dönEmi EsErlEri
| 221 |
m
ünazaraT