Sual:
“demek, öldürmemize, hükûmetin istibdadına
yardım eden başka istibdatlar da varmış?”
Cevap:
evet, cehaletimizin silâhıyla, asıl bizi mahve-
den, içimizdeki, garip namlarla hüküm süren parça par-
ça istibdatlardı ki, hayatımızı tesmim etmişti. Fakat, yine
kabahat, o küçük istibdatların pederi olan istibdad-ı hü-
kûmete aittir.
Sual:
“Beyler, ağalar, müteşeyyihler iki kısımdır;
farkları nedir?”
Cevap:
İstibdat ile meşrutiyet kadar farkları vardır.
Ben dahi meşrutiyet ve istibdadı müşahhas olarak size
göstermek istediğimden, şu iki kısmı timsal olarak beyan
ediyorum.
Sual:
“nasıl?”
Cevap:
eğer, büyük adam, istibdat ile kuvvete veya
hileye veya kendisinde olmayan, tasannuan kuvve-i ma-
neviyeye istinaden, halkı isti’bat ederek havf ve cebrin
tazyiki ile tutup, insanı hayvanlığa indirmiş; daima o mil-
letin şevkini kırar, neşelerini kaçırır. eğer, bir namus
olursa, yalnız o şahs-ı müstebitte görünür; denir ki, “Fa-
lan adam şöyle yaptı.” eğer bir seyyie olursa, kabahat
bîçare etbaa taksim olunur. İşte şu mahiyetteki büyük,
hakikaten büyük değildir, küçüktür; milletini küçüklettiri-
yor. zira, milleti her sa’yi suhre gibi işliyor, hatır için gi-
bi yapıyor, iyilik etse de riya karıştırıyor, müdahene ve
beyan etmek:
açıklamak, bildir-
mek, izah etmek.
bîçare:
çaresiz.
cebir:
zorlama, baskı.
cehalet:
bilgisizlik, cahillik.
daima:
sürekli.
etba:
tâbi olanlar, uyanlar, birisinin
idaresinde olanlar, bağlı olanlar,
halk, yönetilenler.
garip:
tuhaf, şaşılacak.
hakikaten:
doğrusu, gerçekten.
halkı:
insanlar, toplum.
havf:
korku, korkma.
hüküm sürmek:
etkisini yürüt-
mek; hâkimiyetini devam ettir-
mek.
isti’bat:
köleleştirme, kullaştırma.
istibdad-ı hükûmet:
hükümetin
uyguladığı baskı.
istibdat:
kanuna ve nizama tâbi
olmayan, keyfî, baskıcı yönetim;
zulüm ve tahakküm.
istinaden:
istinat ederek, dayana-
rak, güvenerek, delil kabul
ederek.
kabahat:
şuç, kusur.
kuvve-i maneviye:
manevî
kuvvet, moral.
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası,
hakikati, iç yüzü, bir şeyi tayin
eden aslî unsur, neden ibaret
olduğu, nitelik.
mahvetmek:
yok etmek.
meşrutiyet:
bir hükümdarın
başkanlığı altındaki millet
meclisi ile idare edilen devlet
sistemi.
müdahene:
dalkavukluk, kol-
tuklama.
müşahhas:
tanınmış, ne oldu-
ğu anlaşılmış; şahıslanmış, şa-
hıs suretine girmiş; gözle görü-
lür bir şekilde, apaçık olarak.
müteşeyyih:
şeyhlik taslayan.
nam:
ad, isim.
namus:
ahlâkî ölçülere bağlı-
lık.
peder:
baba, ata.
riya:
iki yüzlülük, yalandan
gösteriş, samimiyetsizlik.
sa’y:
gayret, çalışma, emek.
seyyie:
kötülük, günah, suç,
fenalık.
sual:
soru.
suhre:
isteksiz ve zoraki.
şahs-ı müstebit:
baskı uygu-
layan kişi.
şevk:
şiddetli arzu, aşırı istek
ve heves.
taksim:
bölmek, paylaştır-
mak, kısımlara ayırmak.
tasannuan:
yapmacık olarak.
tazyik:
zorlama, baskı; sıkıntı
verme.
tesmim etmek:
zehirlemek.
timsal:
tasvir, benzetmek; ör-
nek.
zira:
çünkü.
m
ünazaraT
| 218 |
Eski said dönEmi EsErlEri