Eski Saîd Dönemi Eserleri - page 208

Sual:
“öyle ise zihnimize gelen şüpheleri ve sualleri
hallet.”
Cevap:
elbette; fakat müşteri olmadan, istemeden
malımı satmam.
Sual:
“İstibdat nedir, meşrutiyet nedir?” diğeri: “er-
meniler ağa oldular, biz sefil kaldık.” Başkası: “dinimize
zarar yok mu?” daha başkası: “jön türkler şöyledirler,
böyledirler, bizi de zarardide edecekler.” diğeri: “gayri-
müslim, nasıl asker olacak?” ilâahir...
Cevap:
Yahu, şu gürültülü, karma karışık, sizin gibi
intizamsız suallerinize nasıl cevap vereceğim?
Sual:
“kaide-i suali sen göster?”
Cevap:
Meşrutiyet kanunuyla sual ediniz. Yani içiniz-
de bir iki zeki adamı intihap ediniz; tâ size vekil olarak
müşteri olup, sual etsin. siz de dinleyiniz.
Onlar:
“peki, peki...”
Sual:
“İstibdat nedir; meşrutiyet nedir?”
Cevap:
İstibdat tahakkümdür, muamele-i keyfiyedir,
kuvvete istinat ile cebirdir, rey-i vahittir, suistimalâta ga-
yet müsait bir zemindir, zulmün temelidir, insaniyetin mâ-
hîsidir. sefalet derelerinin esfel-i safilînine insanı teker-
lendiren ve âlem-i İslâmiyet’i zillet ve sefalete düşürttüren
ve ağraz ve husumeti uyandıran ve İslâmiyet’i zehirlendi-
ren, hatta her şeye sirayetle zehrini atan, o derece
olmayan, keyfî, baskıcı yönetim;
zulüm ve tahakküm.
istinat:
dayanma.
Jön Türk:
Genç Türk, genç Osman-
lı; Batı tarzı yenileşme taraftarı
genç Osmanlı.
kaide-i sual:
soru sorma usulü,
tarzı.
kanun:
yasa.
mâhî:
mahvedici, yok edici.
meşrutiyet:
bir hükümdarın baş-
kanlığı altındaki millet meclisi ile
idare edilen devlet sistemi.
muamele-i keyfiye:
keyfî mu-
amele
müsait:
uygun.
müşteri:
istekli, soran, talep eden.
rey-i vahit:
tek bir kişinin görüşü,
arzusu.
sefalet:
sefillik, perişaniyet, düş-
künlük; yoksulluk.
sefil:
sefalet çeken, sıkıntıda olan
sirayet:
bulaşma, geçme; yayılma,
dağılma.
sual:
soru.
suistimalât:
kötü kullanmak.
şüphe:
tereddüt, kuşku.
tâ:
kadar, dek, değin.
tahakküm:
zorbalık etme, zorla
hükmetme, hükmü altına alma.
tekerlendirmek:
yuvarlamak.
vekil:
başkasının yerine ve adına
hareket eden, konuşan.
zarar:
ziyan, kayıp, eksiklik.
zarardide:
zarara maruz kalmış,
zarar görmüş.
zemin:
yer, temelin oturduğu sa-
tıh.
zihin:
hafıza, bellek.
zillet:
alçaklık, hakirlik, aşağılık.
zulüm:
haksızlık, eziyet.
adem-i ülfet:
alışmamak, ta-
nışıp görüşmemek.
akvam:
kavimler, milletler.
Âl-i imran:
Kur’ân-ı Kerîm’in 3.
suresi. Medine’de nazil olmuş-
tur. 200 ayettir.
baht:
kader, kısmet.
beka:
ebedîlik, sonsuzluk.
bes:
yeter, yeterli.
beyan:
açıklama.
beynelislâm:
Müslümanlar
arasında.
Cebriye:
insanın iradesini in-
kâr ederek, kulun, rüzgâr
önündeki yaprak gibi, kaderin
mahkûmu olduğunu ileri sü-
ren batıl itikadî bir mezhep.
dalâlet:
iman ve İslâmiyetten
ayrılma, sapma.
ef’al:
işler, ameller.
eşvak:
şevkler, istekler.
fehmetmek:
anlamak, anla-
yış, kavrayış.
fırka:
grup, parti.
hak:
doğruluk, adalet.
hâkim:
üstte olan, yüksekte
bulunan; hükmeden.
hâkimiyet-i millet:
milletin
hâkim olması, egemenliği.
hâl-i hazır:
şimdiki zaman,
şimdiki durum.
hedef-i maksat:
ulaşılmak is-
tenen amaç.
heva:
istek, heves, nefsin ar-
zusu.
hissiyat-i âliye:
yüce hisler,
güzel duygular.
hükûmet:
ibka:
ayakta tutma, devam et-
tirme, bâkîleştirme, sonsuzlaş-
tırma.
ihtilâfatı:
ihtilâflar, birbirine zıt
ve farklı şeyler, farklılıklar.
ika:
ortaya çıkarma, meydana
getirme.
m
ünazaraT
| 208 |
Eski said dönEmi EsErlEri
1...,198,199,200,201,202,203,204,205,206,207 209,210,211,212,213,214,215,216,217,218,...790
Powered by FlippingBook