Eski Saîd Dönemi Eserleri - page 210

hevesin tehyici ile çevrilmeye müstait olan rey-i vahid-i
istibdadı lâyetezelzel bir demir direk gibi, lâyetefellel bir
elmas kılıç gibi olan efkâr-ı ammeye tebdil eder; siz de,
sefine-i nuh gibi emniyet ediniz. Herkesi bir padişah hük-
müne getiriyor; siz de hürriyetperverlikle padişah olma-
ya gayret ediniz. esas-ı insaniyet olan cüz-i ihtiyarı temin
eder, azat eder; siz de camit olmaya razı olmayınız. üç
yüz milyondan ziyade ehl-i İslâm’ı bir aşiret gibi birbirine
rapteder; siz de o rabıtayı muhafaza ediniz. zira meşve-
ret perdeyi attı; milliyet göründü, harekete geldi. Milliyet
içinde, İslâmiyet ışıklandı, ihtizaza geldi. zira, milliyetimi-
zin ruhu İslâmiyet’tir; hakikî ve nisbî ve izafîden mürek-
keptir. Başka millete benzemiyoruz.
Sual:
“İstibdadın çirkinliğine, meşrutiyetin bu derece
iyiliğine delilin nedir?”
Cevap:
siz avam olduğunuzdan hayalinizle tefekkür,
gözünüzle taakkul ettiğinizden, temsil size bürhan-ı naza-
rîden daha ziyade muknidir. İşte ikisinin mahiyetlerini
misalle tasvir edip göstereceğim. İşte, biliniz:
Hükûmet hekim gibidir; millet hastadır. Farz ediniz,
ben şu çadırda oturmuş bir hekimim. Şu etraftaki her bir
köyde, Allah etmesin, birer ayrı hastalık var. Ben o has-
talıkları teşhis etmemişim, hem de tacizimi istemeyen
müdahenecilerden, yalancılardan başka kimseyi görme-
mişim. Şu hâlde, şu köylere, tanımadığım bir hastalığa,
görmediğim bir hastaya gönderdiğim reçetesiz, mizansız
bir ilâcı istimal eden, acaba şifa mı bulur veyahut ölür?
aşiret:
kabile, oymak, göçebe hâ-
linde yaşayan çoğunlukla bir soy-
dan gelen insanlar.
avam:
kültürlü, yüksek tabakadan
olmayan; cahil halk tabakası.
azat etmek:
serbest bırakmak,
hür kılmak.
birbirine:
bürhan-ı nazarî:
aklî ve fikrî delil.
camit:
kàtı madde, cansız.
cüz-i ihtiyar:
icattan mahrum, hak
kazanmaktan başka hiç bir şeye
gücü yetmeyen az bir arzu ser-
bestliği, cüz’î irade.
efkâr-i amme:
umumun fikri
ehl-i islâmı:
Müslümanlar.
elmas:
çok kıymetli bir mücevher.
emniyet etmek:
inanmak, güven-
mek.
esas-i insaniyet:
insaniyetin özü.
farz etmek:
kabul etmek, say-
mak.
gayret:
çalışma, çabalama.
hakikî:
gerçek.
hâlde:
durumda.
hekim:
doktor, tabip; âlim, bilgin;
felsefeci.
hekim:
doktor, tabip.
heves:
istek ve arzular.
hükmüne:
yerine.
hükûmet:
devlet.
hürriyetperver:
hürriyetçi, hürri-
yeti isteyen.
ihtizaz:
deprenme, haz duyma, fe-
rahlama, şevk ile meyil ve hare-
ket, harekete geçme, titreşme, tit-
reşim.
islâmiyet:
Müslümanlık.
istibdat:
kanuna ve nizama tâbi
olmayan, keyfî, baskıcı yönetim;
zulüm ve tahakküm.
istimal etmek:
kullanmak.
izafî:
bağlı bulunduğu şey ile deği-
şen. bkz. nisbî
lâyetefellel:
ağzı kırılmaz ve kö-
relmez.
lâyetezelzel:
sarsılmaz, bölün-
mez, parçalanmaz.
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası, haki-
kati, iç yüzü.
meşrutiyet:
bir hükümdarın baş-
kanlığı altındaki millet meclisi ile
idare edilen devlet sistemi.
meşveret:
işlerin danışıp görüşme
yoluyla çözümlenmesi; meclis.
millet:
halk, ulus.
misal:
benzer, örnek.
mizansız:
ölçüsüz.
muhafaza etmek:
korumak.
mukni:
ikna eden, inandıran, inan-
dırıcı, kandıran.
müdaheneci:
dalkavuk.
mürekkep:
terkip edilmiş,
oluşmuş, meydana gelmiş.
müstait:
meyilli
nisbî:
kıyas ile olan; diğerine
göre; göreceli, alt üst, sıcak so-
ğuk gibi biri birisiz olmayan
vasıflar.
padişah:
hükümdar, sultan.
rapt etmek:
bağlamak, kay-
naştırmak.
razı olmak:
hoşnut olmak, rı-
za göstermek.
rey-i vahid-i istibdat:
bir tek
kişinin rey ve görüşüne dayalı
olan istibdat yönetimi.
ruh:
cevher, can.
sefine-i nuh:
Hz. Nuh’un ge-
misi.
sual:
soru.
şifa bulmak:
iyileşmek, sağlı-
ğına kavuşmak.
taakkul:
akıl erdirme, zihin
yorarak anlama; hatırlama.”
taciz:
rahatsız etme, sıkıntı
verme, incitme.
tasvir etmek:
tanımlamak, bir
şeyi yazıyla veya başka ifade
tarzlarıyla anlatma.
tebdil:
değiştirme, değişiklik,
başka bir hâle getirme
tefekkür:
derin düşünme; eş-
yanın hakikatini, yaratıcının
sırlarını kavramak ve ibret al-
mak için zihnen ve kalben dü-
şünme.
tehyiç:
coşturma, ayağa kal-
dırma, heyecanlandırma.
temin etmek:
sağlamak.
temsil:
kıyaslayarak benzet-
me.
teşhis etmek:
hastalığın ma-
hiyetini anlamak.
zira:
çünkü.
ziyade:
pek fazla.
m
ünazaraT
| 210 |
Eski said dönEmi EsErlEri
1...,200,201,202,203,204,205,206,207,208,209 211,212,213,214,215,216,217,218,219,220,...790
Powered by FlippingBook