Sual:
“demek ‘büyük’ o değil ki, kılıcı keskin olsun,
milleti kendine feda etsin; belki odur ki, aklı keskin ol-
sun, kalbi millet için fedakâr olsun.”
Cevap:
Ha, şimdi bir ışık buldunuz. elbette bir doğru
şeyhin müritleri, yahut eski âdil beylerin mensuplarıyla,
müstebit bir ağa hizmetkârlarının cihet-i irtibatta farkla-
rını bulursunuz.
Maatteessüf, büyüklerdeki meziyet, sebeb-i tevazu
iken, vasıta-i tahakküm oluyor. Avamdaki zayıf bir da-
mar, calib-i şefkat iken, vesile-i esaret oluyor.
Sual:
“Şu pis istibdat ne vakitten beri başlamış, geli-
yor?”
Cevap:
İnsanlar hayvanlıktan çıkıp geldiği vakit, na-
sılsa bunu da beraber getirmiştir.
Sual:
“demek istibdat hayvaniyetten gelmedir.”
Cevap:
evet... Müstebit bir kurt, bîçare bir koyunu
parça parça etmek, daima kavi zayıfı ezmek hayvanların
birinci düstur ve kavanin-i esasiyesindendir.
Sual
“sonra?..”
Cevap:
Şeriat-ı garra zemine nüzul etti; tâ ki, zemi-
nin yüzünü temiz ve insanın yüzünü ak etsin, şu insani-
yetten siyah lekesini izale etsin; hem de, izale etti. Fakat,
vâesefâ ki, muhit-i zamanî ve mekânînin tesiriyle, hilâfet
saltanata inkılâp edip, istibdat bir parça hayatlandı.
âdil:
adaletli olan, doğruluk göste-
ren.
avam:
kültürlü, yüksek tabakadan
olmayan; cahil halk tabakası.
bîçare:
çaresiz.
calib-i şefkat:
şefkat çeken.
cihet-i irtibat:
bağlanma yönü.
daima:
sürekli.
düstur:
kanun, kaide.
feda:
gözden çıkarma, uğruna ver-
me.
fedakâr:
kendini veya şahsî men-
faatlerini hiçe sayan, feda eden.
hayvaniyet:
hayvanlık.
hilâfet:
halifelik, Peygamberimizin
vekili olarak din ve dünya işlerinde
umumî reislik; Allah adına ve yine
Onun izniyle yaratıklar üzerinde
birtakım tasarruflarda bulunma.
hizmetkâr:
hizmet yapan kimse,
hizmetçi.
inkılâp:
bir hâlden diğer bir hâle
geçme; değişim, köklü değişim.
insaniyet:
insanlık.
istibdat:
kanuna ve nizama
tâbi olmayan, keyfî, baskıcı
yönetim; zulüm ve tahakküm.
izale etmek:
gidermek, orta-
dan kaldırmak.
izale:
giderme, ortadan kaldır-
ma.
kavanin-i esasiye:
esas ka-
nunlar, temel kanunlar.
kavi:
kuvvetli, güçlü.
maatteessüf:
ne yazık ki, üzü-
lerek belirteyim ki.
mensup:
bağlı.
meziyet:
bir şeyi başkaların-
dan ayıran vasıf, üstünlük ve
değerlilik vasfı.
millet:
halk, ulus.
muhit-i zamanî ve mekânî:
içinde bulunduğu yer ve za-
man; yer ve zamanın kapsadı-
ğı.
mürit:
isteyen, irade eden; bir
şeyhe bağlı olan.
müstebit:
diktatör, zulüm ve
baskı yapan; başkasının huku-
kunu elinden alan.
nüzul:
inmek, iniş; inme, felç.
saltanat:
hükümdarlık.
sebeb-i tevazu:
alçak gönüllü-
lük sebebi.
sual:
soru.
Şeriat-ı Garra:
parlak şeriat, İs-
lâm dini.
şeyh:
bir tekke veya zaviyede
ders veren ve müritleri bulu-
nan kimse.
tesir:
etki, iz bırakma.
vâesefâ:
esefler olsun, eyvah,
çok yazık.
vakit:
zaman.
vasıta-i tahakküm:
baskı ve
zorbalık vasıtası.
vesile-i esaret:
esirlik vesilesi.
zemin:
yer.
zemin:
yeryüzü.
m
ünazaraT
| 220 |
Eski said dönEmi EsErlEri