zamanda mânilerden kurtulup geçerek size selâm etsin.
siz ne kadar yolu acele ile yapsanız, o da o derece ace-
le ile gelecektir.
Sual:
“İnşaallah, tâliimiz varsa biz de göreceğiz. Bize
tevekkül kâfi değil midir?”
Cevap:
Bîçare tâliinize siz de yardım etmelisiniz.
Bağdat tarrarları gibi olmayınız. sizin atalet bahanesi
olan şu teşebbüssüz tevekkülünüz, nizam-ı esbabı reddet-
tiğinden, kâinatı tanzim eden meşiete karşı temerrüt de-
mektir. Şu tevekkül, döner, nefsini nakzeder.
Sual:
“Şimdi fenalığı da görüyoruz, iyiliği de görüyo-
ruz. Meşrutiyetin âsârı hangisi, ötekisinin âsârı hangisi-
dir?”
Cevap:
ne kadar iyilik var, meşrutiyetin ziyasından-
dır; ne kadar fenalık var, ya eski istibdadın zulmetinden,
yahut meşrutiyet namıyla yeni bir istibdadın zulmünden-
dir. geri kaldı; tâ taziyeden sonra veda edip, pederini ta-
kip etsin. Fakat, emin olunuz, ziya galebe çalacaktır.
Sual:
“Meşrutiyeti pek çok i’zam ediyorsun. eskiden
rey-i vahit idi, milletten sual yok idi; şimdi meşverettir,
milletten sual edilir. Millet, ‘ne için?’ der; ona, ‘ne ister-
sin?’ denilir, işte bu kadar. daha nedir, o kadar ilâveyi
takıyorsun?”
Cevap:
zaten şu nokta bütün cevaplarımı tazammun
etmiş. zira meşrutiyet hükûmete düştüğü vakit, fikr-i
hürriyet meşrutiyeti her vecihle uyandırır. Her nevide,
reddetmek:
geri verme; kabul et-
memek.
rey-i vahit:
tek bir kişinin görüşü,
arzusu.
selâm:
barış, rahatlık, esenlik.
sual:
soru.
tâ:
dek, değin, kadar.
talih:
kısmet, baht, kader.
tanzim:
düzeltme, düzenleme,
yoluna koyma; nesir veya nazım
olarak yazma.
tazammun:
içine alma, içerme.
taziye:
baş sağlığı, teselli.
temerrüt:
inat etme, karşı koyma,
hakkı kabulde direnmek.
teşebbüs:
bir işi yapmak için hare-
kete geçme, başlama, girişme.
tevekkül:
işi Allah’ a bırakıp kade-
re razı olma.
vakit:
zaman.
vecih:
cihet, yön.
veda etmek:
ayrılırken hayırlar di-
leme; “Allah’a ısmarladık” demek.
zira:
çünkü
ziya:
ışık.
zulmet:
karanlık.
zulüm:
haksızlık, eziyet, cefa, iş-
kence.
âsâr:
eserler.
atalet:
boş durma, tembellik,
işsizlik, yılgınlık.
bahane:
asıl sebebi gizlemek
için ileri sürülen uydurma se-
bep.
bîçare:
çaresiz.
fenalık:
kötülük, uygunsuzluk.
fikr-i hürriyet:
özgürlük, ser-
bestlik düşüncesi.
galebe çalmak:
yenmek, üs-
tünlük.
i’zam:
büyütme, lüzumundan
fazla ehemmiyet verme; yolla-
ma, gönderme.
ilâve:
ek
inşaallah:
Allah dilerse.
istibdat:
kanuna ve nizama
tâbi olmayan, keyfî, baskıcı
yönetim; zulüm ve tahakküm.
istibdat:
kanuna ve nizama
tâbi olmayan, keyfî, baskıcı
yönetim; zulüm ve tahakküm.
kâfi:
yeter.
kâinatı:
dünya, varlıklar.
mâni:
engel olan.
meşiet:
dilemek, irade, arzu,
matlûp, murat, istek.
meşrutiyet:
bir hükümdarın
başkanlığı altındaki millet
meclisi ile idare edilen devlet
sistemi.
meşveret:
işlerin danışıp gö-
rüşme yoluyla çözümlenmesi;
meclis.
millet:
halk, ulus.
nakzetmek:
bozmak.
nam:
ad, isim.
nefis:
bir şeyin ta kendisi.
nevi:
çeşit, tür.
nizam-ı esbap:
sebeplerin in-
tizamlı olarak işlemesi.
nokta:
konu, konu ile ilgili
önemli bölüm.
peder:
baba, ata.
Eski said dönEmi EsErlEri
| 215 |
m
ünazaraT