zulmetindendir. siz divanelikle kısa yolu uzun yapıyorsu-
nuz. küdan ve Mâmehuran aşiretleri, daha asker gelme-
den, alâküllihâl vermeye mecbur olan emval-i emîriyeyi
hazır etse idiler, şu kadar zulüm olmayacaktı. evet, bir
millet cehaletle hukukunu bilmezse, ehl-i hamiyeti dahi
müstebit eder.
siz diyorsunuz: “Şimdiki hükûmet eskisi gibi zayıftır.”
evet; kuvvetsizlikte, dokuz yaşındaki çocuk, doksan
yaşındaki ihtiyara benzer. Fakat, o kabre müteveccihen
iner, eğilir, girer; şu ise, doğrulur, şebabe doğru yükselir.
Sual:
“neden böyle bulanıktır, safî olmuyor?”
Cevap:
Yüz seneden beri haraba yüz tutan bir şey,
birden yapılamaz. size bir misal söyleyeceğim. Bir bu-
lagbaşı, çok zaman taaffün ve tesemmüm etmiş, içine
çok pislik düşmüş, sonra da onu tasfiye için o pislikleri
içinden çıkarılırsa ve bir havuz gibi yapılırsa, acaba pına-
rın suyu bir zaman bulanık olarak gelmeyecek mi? Fakat
merak etmeyiniz; akıbet berrak olacaktır.
Sual:
“tarif ettiğin meşrutiyetin ne miktarı bize gel-
miş ve niçin bütün gelmiyor?”
Cevap:
Ancak on kısımdan bir kısmı size gelebilmiş.
zira sizin şu vahşetengiz, cehaletperver, husumetefza
olan sarp dağ ve derelerinizdeki vahşet ayılarından, ce-
halet ejderhasından, husumet kurtlarından bîçare meşru-
tiyet korkar, kolaylıkla gelmeye cesaret edemez. eğer siz
kunu elinden alan.
müteveccihen:
yönelerek, tevec-
cüh ederek; niyetlenerek.
safî:
saf olan, katışıksız, duru.
sarp:
çok dik çıkılması geçilmesi
zor.
sual:
soru.
şebab:
gençlik.
taaffün:
kokuşma, bozulma, çürü-
me.
tarif:
tanıtma, bildirme.
tasfiye:
temizleme, pisliklerden
arındırma.
tesemmüm:
zehirlenme.
vahşet:
yabanî ve vahşî olan şey,
medeniyetin zıddı.
vahşetengiz:
korkulu, vahşet do-
lu.
zira:
çünkü.
zulmet:
karanlık.
zulüm:
haksızlık, eziyet.
akıbet:
son, nihayet, netice.
alâküllihâl:
ister istemez.
aşiret:
kabile, oymak, göçebe
hâlinde yaşayan çoğunlukla
bir soydan gelen insanlar.
berrak:
duru, açık, pek parlak,
nurlu, saf
bîçare:
çaresiz.
bulagbaşı:
kaynak, pınar.
cehalet:
bilgisizlik, cahillik.
cehaletperver:
cahil, bilgisizli-
ği koruyan, yetiştiren.
divanelik:
delilik.
ehl-i hamiyet:
manevî ve millî
değerlerin korunması için gay-
ret gösterenler.
ejderha:
korkunç ve hayalî bir
hayvan.
emval-i emîriye:
bir kavmin
başına veya hanedanına ait
mallar.
harap:
yıkılma, yıkıma uğra-
ma, yıkılmış, eskimiş.
hukuk:
haklar.
husumet:
düşmanlık.
husumetefza:
düşmanlık sa-
çan, düşmanlık yapan.
hükûmet:
devlet.
kabir:
mezar.
küdan:
mâmehuran:
Adilcevaz, Pat-
nos, Erciş ve bilhassa Beytüş-
şebap havalisinde yerleşmiş
bir aşiret ismi.
mecbur:
zorlanmış, icbar gör-
müş.
meşrutiyet:
bir hükümdarın
başkanlığı altındaki millet
meclisi ile idare edilen devlet
sistemi.
miktarı:
kadar, kemiyet.
millet:
halk, ulus.
misal:
benzer, örnek.
müstebit:
diktatör, zulüm ve
baskı yapan; başkasının huku-
Eski said dönEmi EsErlEri
| 213 |
m
ünazaraT