•
Hamisen
: Ben kürdce düşünürüm, türkçe ve Arab-
ca yazıyorum. Matbaa-i hayaldeki mütercim acemi; ya
kalbin sözünü iyi anlamıyor veya lisanın diline aşina de-
ğildir.
Hem, türkçe’nin sarfünahvini bilmediğimden, mana-
ya giydirdiğim üslûbun düğmeleri pek karışık oluyor.
“Hatta, evet, işte şimdi, hem de zira, olan, şu, bu” tek-
rarları, sizin gibi beni de usandırıyor. Başkasının tashihi-
ne de kat’iyen razı olamıyorum. zira, külâhıma püskül
takmak gibi, başkasının sözü sözlerimle hiç münasebet
ve ülfet peyda etmiyor. sözlerimden tevahhuş eder.
•
Sadisen
: tabiatımdaki ifrat cihetiyle düşündüğüm-
den, mütercim-i hayalînin tercümesinde, hattatın imlâ-
sında, tabiin tab’ında, mütaliin fehminde bazen yanlış
düşmekle, güzel bir hakikat çirkinleşiyor.
•
Sabian
: Şu
Saykal-ı islâmiyet
ve
ekrad Reçetesi
olan
iki eser, o dehşetli dağ ve dere ve sahraların kuvve-i
münbitesi fevkalâde neşvünema vererek, kırk elli gün
zarfında hem yeşillendi, hem cesim bir şecere oldu, hem
meyve verdi.
evet, öyle bir vakitte vücuda geldi ki, dağlar beni de-
relerin yed-i haşinine fırlatıyordu. onlar da beni sahrala-
rın yüzlerine çarpıyordu. sonra, hamiyet-i milliye ve ha-
miyet-i İslâmiye şu iki sınıf meyveleri dağ başından kopa-
rıp ve bazen rüzgâr vurup, derenin dibine düşmüş mey-
veleri ilâç için toplayıp, medine-i medeniyetin çarşısına
götürdüler. Hatta bir kısmı Başit dağı’nın yemişidir,
acemi:
tecrübesiz, deneyimi ol-
mayan.
aşina:
yabancı olmayan, tanıdık.
bazen:
zaman zaman, ara sıra, her
zaman değil.
cesim:
çok büyük, iri, cüsseli.
cihet:
yön.
dehşetli:
korkutucu; ürkütücü.
Ekrad:
Kürdler.
fehim:
anlama, anlayış, kavrayış.
fevkalâde:
olağanüstü.
hakikat:
gerçek.
hamisen:
beşinci olarak.
hamiyet-i islâmiye:
İslâmiyeti
müdafaa ve savunma gayreti.
hamiyet-i milliye:
millî onur ve
haysiyeti koruma gayreti.
hattat:
el yazısı çok güzel olan sa-
natkâr; yazı yazan.
ifrat:
aşırı, aşırılık, haddinden geç-
me, pek ileri gitme.
imlâ:
doldurma, doldurulma; söy-
leyip yazdırma, yazdırılma, yazım.
kalb:
hislerin ve duyguların mer-
kezi; gönül, dil.
kat’iyen:
kat’î olarak, kesin olarak.
kuvve-i münbit:
verimlilik gücü.
külâh:
bere.
lisan:
konuşma.
matbaa-i hayal:
hayal matbaası.
medine-i medeniyet:
medeniyet
şehri.
münasebet:
uygunluk.
mütaliin:
inceleyenler, araştı-
ranlar.
mütercim-i hayal:
hayali ter-
cüme eden.
mütercim:
tercüme eden.
neşvünema:
büyüme ve ye-
tişme, gelişme.
peyda etmek:
meydana çık-
mak.
sabian:
yedinci olarak.
sadisen:
altıncı olarak.
sahra:
büyük çöl, geniş saha,
kır, ova.
sahra:
büyük çöl, geniş saha,
kır, ova.
sarf ü nahiv:
dil bilgisi, gra-
mer.
saykal-i islâmiyet:
kelime
manası, “İslâmiyeti parlatan”
olan bu ifade, Bediüzzaman
Hazretlerinin Arabca olarak
yazdığı ilk eserlerinden birisi-
dir. Reçetetü’l-Havas veya Re-
çetetü’l-Ulema ismi de verilen
bu eser daha sonra Bediüzza-
man tarafından genişletilerek
Türkçe “Muhakemat” ismiyle
yayınlanmıştır.
sınıf:
cins, tür, çeşit.
şecere:
ağaç.
tab’:
basma, baskı.
tabiat:
mizaç, huy, karakter.
tabiî:
kitap basan, matbaacı.
tashih:
düzeltmek, yanlışlar-
dan arındırmak.
tercüme:
ifadeyi bir dilden
başka dile çevirme.
tevahhuş:
korkmak, ürkmek.
ülfet:
alışkanlık, gaflet.
üslûp:
ifade tarzı.
yed-i haşin:
sert el.
zarfında:
süresince.
zira:
çünkü.
m
ünazaraT
| 204 |
Eski said dönEmi EsErlEri