W
İfade-i Meram ve Uzunca Bir Mazeret
yâ eyyühe’n-nazır!
H
ASenAtı SeyyiAtınA
,
savabı hatasına tereccüh
edenler, mağfiret ve affa müstahaktırlar.
İşte, iki inkılâp beni iki telif-i müşevveşe mecbur etti;
iki rıhlet dahi, iki kitabı ilham ettirdi. Şu eserlerden her
birisi kürd olduğu gibi, aynı hâlde türk, aynı vakitte
Arab’dır. güya her bir eser Arab abasını iktisa ve türk
pantolonu giymiş külâhlı bir kürd’dür. Böyle acibü’ş-şe-
kil bir telif, telif kanununa muhalefetle muaheze olunma-
mak gerektir.
evet, benim hakkım sükût idi; zira âcizim. Biliyorum,
âsârım rağbete şayan değildir. Fakat sadi’nin,
r
ón
fÉn
e r
Rn
Ép
H Én
e r
Rn
G ¬p
c r
â°ù«/
°ûr
?n
f ¢r
Vn
ôn
Z
(1)
»/
jÉn
?n
H r
ºn
HÉn
j »/
‰n
Gn
Ò/
à°r
ùn
g ¬p
c
olan matemâlûd ve hikmetâmiz kelâmının verdiği him-
met, hem de benim gibi iktidarsızların mahcubiyetlerini
izale ile meydan-ı hamiyete çıkmaya cesaret vermek için
numune-i imtisal olmaya olan arzu, hem de eserin bizzat
rağbete şayan olmasa da, benim gibi me’mul olmayan
ma.
kelâm:
söz, konuşma.
külâh:
keçeden yapılmış bere
mağfiret:
bağışlanma.
mahcubiyet:
utangaçlık, sıkılgan-
lık; kapalı, örtülü olma durumu.
maksat:
gaye.
matemâlûd:
hüzün ve kedere bu-
laşmış.
mazeret:
elde olmayarak meyda-
na gelmiş, makul sebep, özür
me’mul:
umulan, ümit edilen.
mecbur:
zorlanmış, icbar görmüş.
meydan-ı hamiyet:
gayret gös-
terme, hizmet ortamı.
muaheze:
sorgulama, hesaba
çekme.
muhalefet:
uygun olmama, ayrı-
lık; zıtlık
müstahak:
lâyık.
numune-i imtisal:
örnek alınacak
model.
rağbet:
itibar etme, değer verme
rahîm:
rahmeti her şeyi kuşatan
Allah.
rahman:
sonsuz merhamet sahi-
bi ve şefkatle bütün varlıkları rızık-
landıran Allah.
rıhlet:
yolculuk, göç; ölüm yolcu-
luğu.
savab:
doğru.
seyyiat:
seyyieler, fenalıklar, kö-
tülükler.
sükût:
susma, sessiz kalma
şayan:
lâyık, uygun, yaraşır, değer,
münasip.
şayan:
lâyık, uygun, yaraşır, değer,
münasip.
telif-i müşevveş:
karışık ve anla-
şılması zor yazı.
telif:
kitap yazma, eser ortaya
koyma.
tereccüh:
üstünlük, üstün gelme,
galip üstünlük.
aba:
ekseriyetle yünden yapı-
lan bol giyimli bir elbise.
acibü’ş-şekil:
garip görünüşlü.
âciz:
güçsüz.
arzu:
bir şeye karşı duyulan is-
tek, heves.
âsâr:
eserler.
bâkîleştirmek:
kalıcı kılmak.
bizzat:
doğrudan doğruya
ebedî:
sonu olmayan.
eyyühe’n-nazır:
ey bakan
dikkat eden.
fânî:
geçici.
güya:
sanki, sözde.
hasenat:
iyi ameller, iyi işler,
hayırlar.
hata:
kusur, yanlışlık yapma.
hikmetâmiz:
hikmetli, hikme-
ti içine alan.
himmet:
yardım, ihsan, lütuf.
ifade-i meram:
maksadın ifa-
de edilmesi, ön söz.
iktidarsız:
güçsüz, idareyi elin-
de bulundurmayan.
iktisa:
giyme.
ilham:
belli bilgi vasıtalarına
başvurmadan Allah tarafından
insanın kalbine veya zihnine
indirilen mana.
inkılâp:
bir hâlden diğer bir
hâle geçme; değişim, köklü
değişim.
izale:
giderme, ortadan kaldır-
Eski said dönEmi EsErlEri
| 201 |
m
ünazaraT
1.
Yazmaktan maksat, lisanın söylediklerini bâkîleştirmektir. Çünkü şu fânî dünyada hiçbir şey
ebedî değildir.